12 Aralık 2013 Perşembe

HYDRA ADASI 2013 HAZIRAN


Seyahati seven herkesin bir Yunan adasına uğramışlığı vardır eminim. Sadece Atina ve Pireyi görmüş olan ben için bir ayıp .evet ayıp. Derneğin (WISTA) toplantısının Hydra adasında yapılacağını duyduğumda küçük çaplı bir sevinç zıplaması yaptım.
Hydra adası Pirenin güneyinde 1,5 saatlik deniz mesafesinde , kucuk ama tarihi değeri ile onem verilen bir ada.Geneli kayalıklı adada tahmin ederseniz ki tek bir en yüksek dağı var ve onun adı Eros . Adanın adı Hydra , anlaşıldığı üzere harika suları olan bir adaymış ama şimdilerde eski görkemi yokmuş bu suların. Ama söylemem lazım , gerçekten cok güzelmiş..Tarihi inanılmaz maceralı ..
Kazılardan çıkanlara göre MÖ 3000-2500 yıllarında küçük bir yerleşim alanı ve nüfus mevcutmuş.Dorian istilaları , Bizans dönemi ve korsan saldırıları ile 13yy a kadar izi sürülen tarihi eserler var. Yunanistan’da en sevdiğim sanırım bu .. hayatlarını cok güzel eserlere dökmüşler ve bunu yüzyıllar boyunca korumuşlar.Pire’den hızlı denizotobüsleriyle birlikte güzel bir deniz yolculuğu ile adaya vardık.  Once pirede soguk birşeyler içtik limonata tadında J..      

 

Adaya vardık . Sıcak .. kemiklerime kadar ısındım.. Oh bea dedirtti havanın güzelliği


Adanın ulaşım araçları göründü. At ve eşşeklerle devam edicez repliğini tam şimdi diyebilirim artık. Motorlu araç yok. Harika. Bir dönem Venedik’lilere ait olan Hydra , 15.yy da Osmanlı’dan kaçan Yunan ve Arnavutların saklandığı bir yer olmuş.1566-1821 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası oldu. Deniz ticaretinde önemli bir yeri olmuş.Venedik ve Osmanlı arasındaki çekişme ile Pasarofça Antlaşması (1718 )e kadar devam etti. 1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoksları korunma maddesi ile adaya Rus bayraklı gemilerle gidip gelmeye başladı. Rusların adaya gelmesi ile Veba salgını başgösterdi.Osmanlının atanan Yunanlı valisi silah taşımacılığı ile deniz filosu kurmuş. Sonrası malum işte .. zayıflayan imparatorluğun son zamanlarıyla , 1821 yılındaki Yunan devrimi ile ada Osmanlının elinden çıktı. Bunu zaferlerle her haziran ayında kutlarlar.
Atlara yuklenen bavullarımızla Kont Orlof butik otelimize dogru taş yollardan, güzel sokakların arasından geçerek, adanın güzelliğini sindiriyoruz.




Öğrendim ki, ada’nın özelliği herkesin Armatör olmasıymış. Denizcilik ve gemi sahibiymiş ozamanlar herkes. Ama işler hiçde sandıkları gibi gitmemis. Devrimden sonra 1900’lerin başına kadar fakirleşmiş, iyice hastalıktan ve ticaretten zayıflamış ancak 2.Dünya savasından sonra ada yeniden canlanmaya başlamış.
Otelin girişi ve bahçesine bakın ya… İnanılmaz güleryüzlü , nazik ve dost canlısı bir sahibesi vardı. Kahvaltısı güzeldi ama o guzel bahçede oturup keyif etmek daha bir güzeldi.





Otelden çıkıp adanın merkezine dogru gidiyoruz..

Yunan mutfağını size tekrar anlatmama gerek yok heralde .. Ne kadar leziz ve Turk mutfagina benzer olduğu , deniz ürünleri ve meze ile kendinizi Türk güney sahilinde bir yerde hayal edebilirsiniz ama heyecanlı konusmalar, birbirini dövüyormuşcasına bağırıp eğlenen insanlar belki birde kulağınıza gelen yunan muziği size farkı hissettirir.
Saat Kulesini sağlı sollu takip eden düzenli hediyelik dükkanlarına girdikçe , yarım yamalak türkçeleri ile ; “Şişlide otururduk biz” , “annem İstanbuldan ,babam Trabzondan” ,”dedem gelmiş gençliğinde” ,”ben çok gördüm İstanbulu evimiz vardı “ … her birinde bir Türkiye anısı , teması , ilişkisi..Çok hoştu ..




Adanın dogu sahiline dogru ilerleyip , kayalıkların tepesine kurulmus bir cafede birseyler yemeğe gittik. Cafenin onundeki yuksek kayalıklarda guneslenip , denize giriliyor.Manzaraya doyum olmadı.



Derneğin konferansı için geldiğimizi söylemiştim .yalan yok J Katılmamız gereken konferans, davet, yemek var hazırlanmak için otele dönerken; ellerimi duvarlarına sürerek geçtiğim , pencerelerinden başımı uzattım bu evleri sevdim . pis röntgenci değilim J




Akşam olmadan Denizcilik Muzesinin önündeyiz. Saat kulesi merkez ise şimdi batı sahilindeyiz . Liman olduğu gibi önümüzde. Yatlar , balıkçı tekneleri , yolcu tekneleri..



Ah işte.. Güneş gidiyor..



Davet sonrası topuklu ayakkabıların bu taş yollardakı ızdırabına son verip ,elimizde birşeyler içmeye iskeleye gidiyoruz.Herşey güzel ama dostlarla başka bir güzel , kabul etmeli ..



Nasıl farketmemişim ki..odamdan çıkınca bu minik avlunun sadeliğini .. görmez ben..
 

 
sabahın ilk ışıkları
 
 

birazda faideli işler ..
 



Sevgili Yunanlı dostlarımız bizi ağaçların altında , canlı müzikle çatal bıçak seslerinin birbirine karıştığı çok eski bir lokantaya götürdüler.
Bu arada unutmadan ;denize girmek icin harika kucuk koyları mevcut. Kucuk motorlarla veya biraz yürürüm derseniz karadan gidebileceğiniz neredeyse size özel hissedebileceğiniz plajlarında (bazıları ücretli lütfen sezlonga serilmeden sorun) denizin tadını cıkarabilirsiniz.
Son aksam; yüzmenin verdiği rehavet,muzik , güzel yemek, dostlar , kahkahalar ve manzara..


Tepede kurulmuş olan restorandan ayrılıp daracık bir patikadan iskeleye inip bizi merkeze götürecek olan motora biniyoruz. Aksi tipli , sigaradan bıyıkları sararmış , bir zenci kadar kararmış teni ile yaşlı bir yunanlı amcanın teknesi. Her bir noktasında tarihi ve denizi, belkide yolculuğun özetini  görebilirsiniz.. Cabuk cabuk  diyor tekneye binenlere Sabaha ne kaldı ki dimi Kostas Amca ..:))) 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder