Çitlembik İnadı
Lekeler içindeki tişörtünün eteğini kıvırıp , akan sümüğünü hızlıca sildi. Bir mendil için eve gitmezdi. Zaten annesi mutfakta yemek yaparken, kapıdan gizlice kaçtığı için sağlam bir dayak yiyecekti. Hiç değilse dayağa değecek kadar sokaklarda oynayabilirdi .
“Pişman olacaklar” diye mırıldandı kendi kendine. Kendisinden üç yaş büyük abisi ve arkadaşları onu kızsın sen diye aralarına almadıkları için çok üzüleceklerdi. Kandilli’nin tepelerindeki çitlembik ağaçlarına gittiler ,onu almadılar. Şapşallar yukarı mahallenin çocukları toplamıştır bile onları boşuna tırmanıyorlardı o uzun arnavut kaldırımlı bayırı. Halbuki kendisi en dolu ağaçları biliyordu. Çok pişman olacaklar çok diye düşündü.
Yanmış sarayın, yasak bahçesindeki o güzelim üç çitlembik ağacının dalları şimdi yere inmiştir diyerek, Doktor Orhan’nın evinin bahçesinden sinsice içeri girdi. Birbirine yakın iki bahçe duvarı için, yaşlılıktan yapraklarına kadar dikenlenmiş akasyaya tırmandı. Kolları çizik çizik inceden kırmızı izlerle dolmuştu.Canı acımıştı ama önemsemedi. Sarayın yüksek , kalın taş duvarının üzerine atladı. Şimdi sorun yere inmekti.Duvarın üzerinde dengede durmaya çalışarak bir süre devam etti. Huysuz bekçinin buralarda bir yere su varilleri koyduğunu biliyordu. Çocuk oyuncağı gibi yere inivermişti. Bu bahçeye öyle kolay kolay kimse giremezdi . Onlarca ağacın arasında hızlıca ilerledi. Erguvanların güzelliğine karışan sümbüllerin kokusu güzeldi. Kuş sesleri cıvıl cıvıl kaynıyordu. Erik ağacını geçerken bir daha erik için gelirim artık dedi. İşte birbirine küçük bir üçgen yapmış , yaprakları tırtıklı, dalları tam tırmanmaya müsait , kara kara güzel lezzetli çitlembiklerle dolu ağaçlar. En olgunlarından yiyip , az olmuşlarını toplamak lazımdı. Olgunlar toplanınca ,ezilip suları akar , yemeğe iğrenirdi. En güzel ağacı sona sakladı. Tepesinde, güneş vuran dallarda parlıyordu inci gibi çitlembikler. Çitlembikin üzerindeki kekremsi tattaki meyvası yenir, en değerli yeri çekirdeği , bir borudan üflenerek küçük mahalle savaşlarında kullanılırdı. Eski alüminyum antenden yapılmış üfleme boruları en iyisiydi. Tam çekirdek kadardı içinden üflenen yer. Kırılmazdı da. Yeteri kadar yedi. Öteki ağaca geçerken bazı sesler duydu. Bekçi. O ağacın en tepesine öyle bir çıktı ki , kendisi bile şaştı.
“Ne işin var orada? İn aşağı çabuk..”
“İnmem..”
“İn çabuk . Yasak buraya girmek. Başka işim yok mu sizi kollamaktan başka..İn.”
Hiçbir şey demeden bakıyordu aşağıdan kendisine seslenen göbeği kendinden evvel, bembeyaz saçlı adama.
“Bağırtma beni in. Babana söyleyeceğim seni cadaloz.”
Gözleri kocaman oldu küçük kızın. İşte bunu demeyecektin bekçi amca. Yaktın hepimizi. Sinan kardeşini yanına almadığı için, oda en az beş suçtan , beş kardeşi tadacakdı annesinden.Razıydı. Yeter ki babası duymasındı yaramazlıklarını. Bekçi artık in demekten yorulunca söylene söylene gitti. Tişortünü sepet gibi yaparak doldurduğu çitlembikleri dökmeden inmeye hazırlanıyordu ki, ağacın altında kendisine hırlayan iki köpeği görünce , kucağındakiler kara dolular gibi yağdı. Köpekler tepelerine düşenlere sinirlenip ,olanca güçleri ile havlamaya başladılar. Korku ,kalbinden kulaklarına çıkmıştı. Daha yukarı çıksa , ince dallar onu taşımıyacaktı. Buraya kadar da köpekler ulaşamazdı. Usul usul yaşlar akıyordu. Pis bekçi, hain adam . Bekçinin sesini duydu.
“İnersen bağlayacağım köpekleri .”
“İnmeyeceğim” sesindeki inadı anlayan bekçi “dur o zaman orada “ dedi ve gitti.
Ne kadar o ağacın tepesinde durdu bilemiyordu.Çok zamandı içi kıpır olan biri için .Havlayan köpekler yorulmuş, susmuş, akşamın güneşinde ağacın dibine uzanmışlardı. Kendisi susadı ,acıktı. Küçük kolları tutunmaya çalışmaktan yoruldu.Akasyanın çizikleri inceden sızlıyordu.Tuvaleti geldi. Annesi kesin pencereye çıkmış seslenmiş, abisi eve dönmüştü. Hava kararacaktı. Çok bilmişliği başına ne işler açmıştı. Bekçiye seslenmek,hayatta olmaz.
Köpekler ,gelen bekçiye doğru hareketlendiler.
“Bela mısın nesin anlamadım ki.. köpekleri bağlıyorum hadi in git evine. Bir daha gelme sakın. Düşüp başıma iş açıcaksın.” Söylene söylene hayvanların tasmalarından tutup, ağaçların arasında kayboldu. Peşinde görünmez şeytanlar varmış gibi ,ağaçtan inip , varile koştu. Tişorte sarılı ganimetlerinden tane birakmaya niyeti yoktu. Zorla tırmandığı duvarın dizlerindeki izleri hiç geçmeyecekti. Akasya , tazeledi kollarındaki çizikleri .Sol yanağına ufak bir hatıra da ekledi. Evin kapısına vardı. Kapıyı açan annesinin çılgın bakan gözleri , sağı solu kanayan kollarında ,üstü başı kir leke içinde, dalların yırttığı tişörtte dolandı.. Annesinin ardından abisi kafasını uzatmış ,sıkı sıkı kucağındaki çitlembiklere hayretle bakıyordu. “Baban gelsin anlatacağım . Yetti artık. Ona hesap verirsin. Bıktım bıktım.. “ diye başlayan annesinin azarları ninni gibi geliyordu ona. İnatçılığından sonra, en iyi yaptığını yaptı , sustu.
Suzan A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder