“Elizabeth Bennet’in fingirdek kız kardeşi Lydia
,Brighton’a teyzesinin yanına gider ve orada subay Wickham ile tabiri caizse
kocaya kaçar. Böylece zor anında Elizabeth’e yardım eden Darcy buzlarıda kırmış
olur.”

Brighton’da The Royal Theatre’de ilk izlediğim tiyatro oyunuydu Pride and
Prejudice. Tiyatronun ihtişamı, süslemeleri , kırmızı kadife koltuklar ,
locaların altın yaldızlı desenleri , 200 yıllık sahnenin atmosferi , sahnedeki
perdenin 30 ton luk havası ile o zamana kadar gördüğüm en harika tiyatro salonu.
Yıl 1995 . Gecenin bir karanlığında , sudan çıkmış
balık misali , Victoria istasyonundan 18 nolu perondan indi-bindi yaklaşık 1
saat ile Brighton tren istasyonuna vardım. Gözünü sevdiğim müessese “Taxi” ile
yanında kalacağım ailenin çok nezih ve şirin evinin kapısına dayandım. 8 aylık
Brighton günlerim başlamıştı.
17.yy da İngiliz asilzadeleri Londra’nın dışında
sayfiye yerlerinde , özel davetler ve av partileri için büyük konakları
arazileri ile kiralarlar veya satın
alırlar. Brighton’da İngiltere’nin güneyinde Fransa’ya karşı kıyısı bulunan ,
geceleri Bodrum, Antalya gibi sempatik bir şehir.
Brighton diyorum ama şehrin adı artık Brighton and
Hove’dur. Hove batıda kalır ve güzel geniş Western caddesi ile Brighton’a
bağlanır.

Zamanın Londra sosyetesinde popüler olmasının en büyük
sebebi Kral IV George’un ( Prens Regent diye de bilinir) metresi Mrs Fitzherbert
için yaptırdığı yazlık saraydır. 1815 yılında yapımına başlanan Royal Pavilion ,
dıştan kubbeleri ile Hint tapınağı ama içeriden Çin sarayı. Sarayın yapımının
uzun sürmesinin nedeni ;sarayın bitişiğinde kralın metresine ait olduğu söylenen
ek binaya gizli geçit, yollar yapılmasıymışşş.Katolik kral olarak kraliçeden
boşanamadığı için evlenememiş bayanla. Sarayın tüm süslemeleri çin kültürüne
ait; ejderhalar,fenerler ,çiniler, Çinli
figürler , objeler, desenler ve
süslemelerle yapılmış. İlk seferinde çinli bir arkadaşımla geziyor olamam
tamamen tesadüftü. Çok heyacanlanmış , birazda
bana hava atmıştı. Bizim kültürümüz , etkimiz zart , zurt diye.
Sonrasında fahri Brighton’lı olarak her geleni gezdirmiş ÖÖö demiştim ama
mevzumuz bu değil.
Pavilion’nun bahçesinde güzel sevimli bir cafesi var
–ki sessiz, sedasız , huzurla kitap okumak için , dostlarla sohbet etmek için ve
(ozamanlar) mektup yazmak için harika
bir yer. Zaman zaman belediye bandosu, muzik öğrencilerinin açık
hava konserine denk gelirseniz tadından yenmez tabi..
Royal Pavilion’dan sahile doğru Old Steine caddesini
takip edince Palace Pier görünür. Adı Brighton Palace Pier ama Brighton Pier
olarak değiştirmişler benden sonra. (Yeni adını sevmedim.) Yeni pier diyorum
çünkü bunlar toplam 3 tane idi.


Eski Pier 1899 yılında Chain Pier olarak
açılmış. Bugün Chain Pier’den birkaç çakılı iskele ayağı mevcut.
West Pier ise; Chain Pier’den daha gösterişli
yapılmış,cam işçiliği ile sanat eseri kabul edilen , zamanın en gözde , en nezih
, eğlence yeri olarak büyük sükse yapmış. Zamanla denizin ortasına doğru uzanan
bu eğlence iskelesini değiştirmişler restoran , cafe,konser salonu , dinlence yeri olarak geliştirmişler .
Ayakları denize çakılı devasa ağaç kütükleri demirlerle desteklemişler.1975
yılında kara bağlantısı kapatılmış , Daha önceden de ufak tefek yangınlar
geçirmiş ama 2003 yılında ki bir yangınla ,denizin ortasında öksüz ve azimkar
kala kalmıştır. Tesadüfen yangından 10 gün kadar sonra Brighton’daydım ve King’s
Road da kalıntılara bakarken , yanımdaki İngiliz turistlerle ayıp olmasın
diye,bende ağlamıştım.Sana ne oldu demeyin çok hisli bir andı.

(resimler 2003 - 2008 )
Adını Brighton Pier olarak değiştirdikleri pier ise;
1891 yılında inşa edilmiş.Bir kaç yıl sonra konser salonu açılmış .Üzerinde
filimler çevrilmiş, cafeler, fish&chips büfeleri olan, en ucunda lünaparktan
hallice eğlece merkezi ile süper bir yer. Denizin üzerinde bir lunaparkdan daha
eğlenceli ne olabilir ? Canlı süslemeler , oyuncaklar , şekerlemelerin olduğu
pasajda para atıp kıskaçlarla oyuncak ayı yakalayabilen bir kişi olmamıştır.
Gömün poundları oraya aklınız başınıza gelir. Akşam nefis bir manzarası oluyor .
Pierin uzundan sahile doğru bakmak waauw dedirtiyor. Ben dedim . Sizi bilemem
tabi.


Uzun, kendi halinde ,
takvim yaprağından fırlamış gibi çakıllı bir sahili var. Biraz güneşi gören
sezlongunu kapıp , yağını sürüyor. Denize girmek için damarlarınızda mavi kan
olmalı . Direk ince hastalık , zature Necla olursunuz. Her türlü deniz sporu
yapılıyor.Çoğunu dil okullarının düzenlediği su kayağı, rüzgar sorfü,yelken gibi
donma gerektiren eylemler mevcut.
Deniz olmaz derseniz, meşhur İngiliz kırlarını görelim
modundaysanız, Devil’s Dyke e gidersiniz. Son Pride&prejiduce sahnelerinin
bir kısmı buralarda çekilmiş olabilir. evet o kadar güzel. Uçsuz bucaksız çim
değil, halı. Bildiğiniz halı. Alçak tepelerin üzerindeki köy evleri
(restoran,cafe,B&B) ile kartpostal
gibi bir yer. Treking yapmak için harika bir yer. Trenle gidilebiliyor ama
günlük tur yapan otobüsleri tavsiye ederim. Kalabalık bir grupsanız kesinlikle
araba kiralayın .Nerde trak orada yayılalım şeklinde çok eğlenceli oluyor.
Brighton emekliler ve yabancı
öğrenciler şehri diye bilinir. Ama 16 yaş altı nufusu oldukça kalabalık. Etrafta
bir sürü anaokulu, kolej mevcut. Çocuklar heryerde. Mantar gibiler ama o derece
de çok tatlılar. Benim ailemin çocukları müthişti en azından J
Gündüzler bitince Brighton’nun yin-yang ı ortaya
çıkıyor. Nereden , nasıl olduğunu anlamadan insanlar yavaşça sahil şeridinin
ardında ki barlara , publara akın akın doluşur. Çoğu clubun giriş ücreti yok.
Buda öğrenciler için nimet tabiî ki. Smugglers(en birinç), King&Queen, the
Sussex, The Druids Head gibi isimler sayılabilir. Gay barlar hemen her İngiliz
şehrindeki kadar çok ama abartılcak bir durum yok. Herkes her yerde
eğlenebiliyor. Kendinizi elletmeyin, kaza olursa gülümseyin , çok
alınıyorlar.:)))))
Brighton sokakları sahile yaklaştıkça daralıyor. Minik
kapılar , dar pencereli iki katlı dükkanlar, İngilizlere has sussex , king ,
queen , arm , kılıç, taç ibareli tabelalar,film seti gibi sokaklar. Evler daha
iç kesimlerde konumlanmış. Şehri dolaşmanın en güzel yolu yürümek. Çok
isterseniz otobüs kullanın tabi. Churchill meydanından ( alışveriş mağazalarının olduğu bölgedir)
western caddesini düz şekilde yürüyerek sevimli Hove’ a ulaşılabilir.




Alışveriş demişken; minyatür, cam , resim ve eski kitap
dükkanlarının kapısında kedi gibi miyavladığımı söyliyebilirim. Ve tabiî ki The
Lanes. Old Stein’den denizi solunuza alıp ara sokaklardan birine dalın. Siyah
arnavut kaldırımlarla kaplı dar sokakları , beyaz binalar , ağır demir dükkan
levhaları , camların kenarından sarkan saksı çeçekleri , her kapı açılış
/kapanışında öten minik çan sesleri ile antikacılar, narin takımlarla servis
edilen sütlü çaylar , orijinal teddy bear dükkanları, el dikmesi bebek
kıyafetleri , şapkacılar , kitapçılar. Oradaki kafelerden birinde tanıştığım
İspanyol bir bayanla Bath’e gitmiştik.Onu ayrıca yazarım.

Küçük bir şehir olmasına rağmen sanat, müze ve sergi
salonları bakımından çok zengindir.
Brighton Museum and Art Gallery’yi gezip çok tanınmamış
İngiliz ressamlar ve günümüz sanatçılarının eserlerine bakabilirsiniz. Brighton
Güzel Sanatlar Üniversitesi ( yipppiee) öğrenci sergiler çok keyifli oluyor.
Şanslı iseniz beğendiğiniz eserler için öğrencilerle konuşabilirsiniz.
Harçlıklarını çıkarmak için çok başarılı eserleri uygun pazarlıkla
alabilirsiniz. The Duke of York sineması ,en eski sinema salonlarından biridir
ama bina olarak çok daha değerlidir bence. 200 yaşındaki The Theatre Royal den
bahsetmiştim. Kesinlikle paraya kıyın ve bir oyun seyretmek için vakit ayırın.
Old Stein üzerinde, büyük ağaçların altında gölgede kalmış ,yeşillikler ve
rengarenk çiçekler arasında I. Dünya savaşı anısına Mısır’dan getirilmiş anıt
dikilitaşı çok sever Brighton’lular. Sahilde Edward VII nin zamanında dikilmiş
barış anıtı var. Daha çok buluşma noktası olarak
kullanılır.
11. yy dan kalma St Nicolas
Kilisesi ise biz denizcilerin koruyucusu Aziz Nicolas için yapılmış şehir içinde
kalan güzel bir kilise. Şehrin merkezindeki saat kulesinin hemen kuzeyinde
kalıyor.Hove a giderken Adelaide Crescent lütfen atlamayın. Birbirine bitişik
nizam evleri görüp napıcam demeyiniz. U biçiminde dizilmiş , ortasında çok güzel
parkı olan, kapı girişleri uzun sutunlarla süslü, 4 katlı , bodrum katları
vitray camlarla renklendirilmiş evler. Kapının birinden bir İngiliz
soylusunun fırlamasını beklersiniz
J Hove’un en hareketli
caddelerinden biri George Caddesidir.Hareketli dediğime kanmayın
sakın.
Brighton’nu çok sevmemiN bir nedenide adım başı ,
üzerinde “bilmem kim” burada yaşadı, doğdu ibaresi olan ev görmem heralde. Sir
Edward Burne Jones ve yakın arkadaşı Beardsley, mühendis Kaptan Samuel Brown
(chain pier’i inşa etmiştir), kralın metresi Mrs Fitzherbert’in evi, İngiliz
mucitler Volk ve Sir Hill gibi isimleri bir pencerenin altında duvara çakılı,
şimdiler de pub olmuş bir binanın yan duvarında veya bir parktaki minik bir
taşın üzerinde görmek mümkün.
Yaz şehri diye düşünseniz de , Brighton ve Hove yılın
her zamanı görülebilecek bir şehir. Kar yağarken sahilde yürümeyi sevenler için
ve geçen zamandan kalanları değil, zamanı yaşadığınızı hissetmek için
gidilir.
not :mö 5yy ait Brighton günlerimin üzerinden çoookkk
zaman geçtiği için aklıma gelenleri zaman zaman ekliyeceğim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder