21 Ocak 2015 Çarşamba

Öykü 4

Almadan Armuttan, Şekerden Çaydan

Yeni yıl gelince hep hüzünlenirdi. Rahmetli ninesi aklına gelir, eskileri daha çok anardı. Son zamanlarda onun gibi ellerini ovuşturmaya başladığını farketmişti. Ev ahalisi süslenmiş püslenmiş kutlamaya dışarı çıkmışlardı. O’nu da “Anne gel gel” diye çağırmışlardı sanki gidecekmiş gibi. Yaşlı omuzlarını oynatıp kendi kendine mırıldandı “Laf işte!”.
Sesini iyice kıstığı, küçük televizyonlu odasında oturup, karşıki apartmanın ışıklarına baktı. Ne çok bina vardı. Hepsi de düğün alayı gibiydi. Gece, gece değildi sanki. Köy yerinde olsa bu saatte tek başına sokağa çıkmaya korkarlardı. Hele yeni yılda ödleri patlardı. İşte yine başlamıştı ellerini ovuşturmaya. “Kaybana yaşlılık” dedi. Gözleri usul usul kapanıyordu. “Yeni yıl” diye güldü.

Daha çok vardı kalandere  halbuki. Şimdikiler ne anlardı kalanderi, küçük ayı, kirezi, koçayı. Tüm yokluğa, zorluğuna rağmen köyünde ne gülmek ne eğlenmek olurdu. Sığmazdı Of’un meşelerine sesleri. Kalander ayı, yeni hesaba göre ocağın onüç gerisinden gelir. Kalenderden sonra küçük ay, mart, abril diye devam eder. Şimdi torunlarına anlattığında masalmış gibi dinliyorlar.  Gündüzden çoluk çocuk başlardı çarşaf, çuval, çaput ne varsa toplamaya. Küzinanın altından küller alınırdı. Yumurtaları çaylığın dibine gömerlerdi,  iyice nemlenip koksun diye. Gece çabuk çökerdi Mesoraş’ın ıssız dağlarına. Eyüb’un hanı ile rum kilisesinin ışıkları seçilirdi karşıki dağdan. Alacakaranlıkla birlikte bir tepeden öbürüne çakal gibi bağırırlar, “wuuuuu….wuuuu” diye işaret verirlerdi. Oğlanlar bir, kızlar bir toplanırdı. Karşı köyün çocukları ile anlaşılırdı. Kimin evi basılcak, kimin dam’ı talan edilecek. Demek, gülmek, türkü kıyametti. Rumca, lazca, yunanca birbirine karışırdı türküler. Ne güzeldi köyü. Derin derin içini çekti. O zaman sen şu’sun bu’sun bilmezlerdi. Pontusmuş, rum adetiymiş, noelmiş, cadılar bayramıymış nedir bilinmez ama yüzyıllardır kutlanır bu gece. Sevdalıklar  başlardı böyle günlerde. Kızlar korkuyoruz diye cilvelenirdi uşaklara. Aşıklar açılırdı sevdiklerine.
Kendilerini korkutucu kılıklara sokup, külleri, karaları suratlarına sürer, kapı kapı dolaşmaya başlardılar. Tencere tavalara vurup, bağırırlardı. Kuruyemiş, kabak, beyaz ekmek isterler, fındık, helva isterlerdi. Hele birde tuzlu çörek varsa.. işte o ganimetti. Tuzlu çöreği yiyip yatanlar kısmetlerini rüyalarında görürdü.
Galandariya Farfariya
Gèt kilara Gel gapiya
Vèr deviye
Pestilden, tuţdan
Almadan, armutţan
Şekerden, çaydan
Külekteki yağdan
Bulgurdan, yarmadan
ğavurmadan, ğıymadan
Dahasını saymadan
Vèr babam, ağam, bacım, nenem. Ver!
Mısırlıkların içinden seslenip “Karakonca geldiiiii…” diye ev ahalisini korkuturlardı. Bol olan evlerin damlarına girer, çalarlardı. En çok ninesine dadanırlardı çocuklar. Hatçe nine sözü sayılanı ama deli dolu küfürbazın önde gideniydi.
“Hatçe nineeee.. un ver, yağ ver.. Kalanderise geldik !!”
“hoşştttt .. babamın siktikleri…”
“Hatçe nineee.. mısır ver, helva ver… Kalanderise geldik!!”
“Devlet bacası,  Doldura tası, Cennet hocası
 Vermeyen asi,  Cehennem hocası, Üstünde erkek uşak, Ahırda dişi buzak”
“Mehmetin Orhan, orakla yarıcam başını..kırma mısırlarımı”
Ama hiçbir zaman boş dönmezlerdi. Kuyiçaları doldurup giderlerdi. Alamadıkları evin kapısına da yumurta atıp kaçarlardı. Sonra bir yerde birleşir, pay ederlerdi. Bir avuç fındık olsa pay olurdu. Ertesi sabah eve ilk gelen önemliydi. Ayağı uğurlu mu? Musibet mi? Gözü kem mi? Dili uzun mu? Eli ağır mı? Ninesi pek çok kişiye kapıyı açmazdı. “Irmak Jazisi, hele bi öteye” der istemediğine açmazdı kapıyı. Ah ninem dedi. Uykuya dalmak üzerindeydi. Elli sene evvel rahmetli kocasını da ilk defa öyle bir gecede görmüştü. Hafiften mırıldanıyordu sevdalık türküsünü.
“Anatemaze ne buci
Doyuse belalıca
Metenendon Momoyera
Ekseva sevdalica.” *


* Ben Momoyer gibi çirkinim. Neremi sevdin de, benimle sevdalığa başladın? Başımı belaya soktun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder