Okuldan çıkmış çantamı sürüye sürüye peşi sıram çekiştiriyordum.
Yokuşun dibindeki emniyet müdürünün evinin bahçesinde, kulübesinde sakin uyuyan
dev bekçi köpeğine akşam üstü sataşmamı da yapmıştım. Kıs kıs gülerek üç katım
hayvanı sinirden kudurtmuş, mahalleyi inletecek kadar havlamasına sebep olmanın
verdiği garip zevk ile yoluma devam ettim. Bir başkalık vardı. Havanın
karanlığına daha vakit varken karartıyı hissediyordum. Boylu boyunca sağlı
sollu iğneli çınar ağaçlarının sıralandığı, sonunda evimizin göründüğü meşhur
bayırımız, simsiyah, zehir gibi pis ekşi kokulu, yeni dökülmüş parlak bir asfalt ile
kaplanmıştı. Gözlerime inanamadım. Verevine dizilmiş, o güzelim Arnavut kaldırımlı bayırımız yoktu.
Bir ses nasıl, niye diye beynimde söyleniyordu. Ben çok seviyordum o taşları. Kaç defa düştüm
o bayırda anımsamıyorum. Kar yağdı, buz
tuttu düştüm, koştum yuvarlandım, dizim çatladı, gözlüğüm fırladı camı kırıldı,
top kaçtı kovaladım. Kapkara asfaltı gözlerim dolu dolu çıkıp eve vardım.
Belediye yapmış. Sinirli sinirli ağlayıp onlara ne ? Onlar mı yaşıyor burada?
Bizim bayırımız bu? Biz yaşıyoruz burada, seviyorduk biz. Allah’ın belaları, geberin orospu çocukları, pis yavşaklar diye
ağladım. Değiştirdiler her şeyi. Her şey değişti.
30 Kasım 2015 Pazartesi
25 Kasım 2015 Çarşamba
Öykü 8
Karar
21 Ocak 2015 Çarşamba
Öykü 7
Delirmeden Önce Deniz
Seneler önce, İngiltere’nin güney sahil şehirlerinden birinde, vakitsiz bir
saatte, kimsenin olmadığı, otoban ile şehirden ayrılmış, uçsuz bucaksız gibi
görünen ıssız bir deniz kenarında buldum kendimi.
Plaja doğru uzanan, yer yer aşınmıs, kırılmış, kenarlarında demir tutunma
bariyerleri olan, kumların ayaklarınıza dolmasını engelleyemediğiniz, uzun bir
patika. Terk edilmiş bir iki deniz şezlongu, dağılmış çöpler, denizden
sürüklenmiş, ne olduğu anlaşılmayan yosun–ağ-çöp karışımlarının arasından, gözüme
kestirdiğim banka ilerlemeye çalışıyordum. Yaz günü bile kumda yürümekten
nefret ederken bu soğukta–ki ben çok üşürüm, ısrarla bata çıka bu kimsesiz
yerde ne işim var? Plajın her iki yönüne biraz tedirginlikle baktım.
Öykü 6 - KAYIKTA
Kayıkta
Bağlamaya gerek kalmaksızın eski kütüklerin üzerinde duran kayığın brandasını kaldırdı. Her ne kadar özenle zımpara yapsa da, macun cila boya çekse de, artık yaşlı kayığı yıllara dayanamamıştı. Güzel mavi rengi, tahtanın yaşlılığını saklayamamış, macunların çürüdüğünü haber verircesine kararmıştı. Nabzını kontrol eder gibi elini sandalın gövdesine dayadı. Şevkatle bu yaşlı kızın çizgilerini takip etti. Parmak uçlarına takıldı kıymıklar. Acımadı. Kenarda duran kürekleri kaldırıp içine koydu. Kızağın başına doğru yürüdü. Eski kayıkhanenin içine doğru uzanan sandalın ince gövdesinin önünde bir an durdu. Bir köşesinde yatağının durduğu terk edilmiş kardona baktı. Hangi bacağı sallandığı belli olmayan sandalye ve duvara yaslanmış masa. Gaz ocağı, kömür karası çaydanlık. Kitaplar.
Öykü 5
SİYAH İBRİŞİM
Meliha Kadın’ın kızı hatırlı bir subayla evlenecek. Gözü, köye
geldiğinden beri Pembe’deymiş. Ankara’dan ailesi gelmiş, istemişler, vermişler.
Bizde de başladı tabi hazırlıklar. Bohçalar; en kıymetli danteller, pırpırlı
güzel çemberler, sim urganla cami-Kabe motifli seccadelerle dolmaya
başlamıştı. İstanbul’dan alınmış
çoraplar, Altın Damla kolonyası, basma
entariler, el dokuması havlular. Hepimiz
heyecanlıyız. Meliha Kadın, Pembe’si için
pek bir özeniyor. Pembe anası gibi. Şen şakrak, gözlerinin içi gülen,
pembe-beyaz yanaklı, nazlı kız.
Öykü 4
Almadan Armuttan, Şekerden Çaydan
Yeni yıl
gelince hep hüzünlenirdi. Rahmetli ninesi aklına gelir, eskileri daha çok
anardı. Son zamanlarda onun gibi ellerini ovuşturmaya başladığını farketmişti.
Ev ahalisi süslenmiş püslenmiş kutlamaya dışarı çıkmışlardı. O’nu da “Anne gel
gel” diye çağırmışlardı sanki gidecekmiş gibi. Yaşlı omuzlarını oynatıp kendi
kendine mırıldandı “Laf işte!”.
Sesini
iyice kıstığı, küçük televizyonlu odasında oturup, karşıki apartmanın
ışıklarına baktı. Ne çok bina vardı. Hepsi de düğün alayı gibiydi. Gece, gece
değildi sanki. Köy yerinde olsa bu saatte tek başına sokağa çıkmaya
korkarlardı. Hele yeni yılda ödleri patlardı. İşte yine başlamıştı ellerini
ovuşturmaya. “Kaybana yaşlılık” dedi. Gözleri usul usul kapanıyordu. “Yeni yıl”
diye güldü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)