29 Kasım 2013 Cuma

KUDUS 2010 SUBAT -1 ... ORADA OLMAK


Mar















Gazeteleri okumanın , tv de haberleri izlemenin veya anlatılanları dinlemenin kifayetsiz kaldığı bir yer Kudus. Davulun sesi uzaktan hoş değil ,boş geliyormuş insana.

Yazının neresinden başlayım ,hangi duygularla , düşüncelerle kelimelere dökeyim kafamdakileri bilemiyorum. Kudus Kudus deniyor ..ne biliyorum ? Nereye gidiyorum..

İnsanlık tarihinde beklide en masum ve en kanlı şehir Kudüs. Batıl olmayan her dinin kutsalı,  hemen her inancın bir noktada bir dönemde kaderinin kesiştiği şehir. Değerinin ölçüsü, vaat ettiklerinden mi ?  

Nasıl’ı ni bir kenara koyarak ,25 şubatında Thy ile Tel Aviv yolundan başlayayım bu yolculuğa. Kendini ve nereye ne amaçla gittiğini bilen nezih insanların arasına karıştım gittim bende. Bir buçuk saatlik güzel ve kısa bir uçuştan sonra Tel Aviv havalimanında nedenini anlayamadığım 40 dakikalık bir bekleyiş ile alıkonuldum.

Saolsun rehberimiz sayesinde ;ben, kuzenim ve 9 aylık bebeğini bırakıp gelmiş başka bir bayan 40 dakikaya varan bir uğraş ile pasaport kontrolu “kısmını”na ulaştık. Bayanlar ve fötr şapkanın daha büyüğünü takan, alınların yanında perçemli Yahudiler hariç hemen her Yahudi erkeği “kippa” denilen minik takkelerden takıyordu. Eli silahlı, yaşları 18 den fazla olmayan genç kız askerler, gözleri devamlı üzerinizde olan telsizli görevliler, polisler ve giriş yapamamanın verdiği hoşnutsuzluk. İlk izlenimim bunlardı. Pasaport kontrolünde verilen “pass card”a giriş damgası vuruldu.Herhangi bir arap ülkesine giriş iznimin yok olmasını önlemek için , pasaportuma İsrail giriş damgasının vurulmasını istemedim. Beyaz renkte pass card ve ne anlam ifade ettiği belli olmayan avuç içi kadar pembe kağıt ile bir sonraki kontrol noktasına geçtik. Aa cart curt pembe kagıtları yırttılar attılar. Geç dendi. Geçişte polislerin dik gözlerini üzerinizde hissedip “ şimdi ne varrrr!!!!” diye bağırasınız gelir. Neyse ki artık terminal dışındayız.Otobüse ilerlerken rehberimiz Akın Beyin yüzündeki rahatlama bizim ne kadar kolay bir giriş yaptığımızı anlatıyordu sanki. Tel Aviv’in modern , yüksek binalarını , temiz caddelerinin kıyısından hızlıca şehrin dışına doğru yol aldık. Sakin bir şehirler arası yolculuktan ıssız, seyrek agaçlıklı bölgelerden ,şehre girdik.Beynimdekiler ile gözlerim arasındaki kısa temassızlık bana Kudüs şehrine geldiğimizi haber verdi. İlk anlatılan şey ; hristiyan kısmı , Yahudi kısmı , Müslüman kısmı , herkes her yere giremiyor. Pasaport ve kimlikleri yanınızdan asla ayırmayın. Görünen ,görünmez  sınırlar sokak sokak çizilmiş.



Temiz ve güzel otelimize varıyoruz. Çantayı odaya fırlatıp Mevlid kandili için bizi Mescid-i Aksa’da ki Aksa Camii’ne götürecek otobüse heyecanla doluştuk. ( bu noktada yazım kitleniyor. Gezdiğim gördüğüm ile anlatmam gereken tarih arasında tatlı geçişler yapmam lazım . anacım bende yazar değilim ki.. dilimizin döndüğünce artık) Otobüs her şeyin ve her zamanın kavgası Kidron Vadisi üzerinde , Lions Gate(Aslanlı kapı)’ya yakın bir yerde inip , yağmur altında ilk polis kontrolunden geçip 144 dönüm alanı kaplayan Mescid-i Aksa’ya girdik.


Lion Gate - Aslanlı Kapı


 






                                                 Mescid-i Aksa sokaklarında bir duvar resmi.



Filistin ve İsrail adlarının geçtiği her cümlede birde Mescid-i Aksa duyarız. Gazze , Filistin özerk bölgesi duyarız.Kısa kısa tanımlar yapmak istiyorum.

Mescid-i Aksa: Islam dünyasının Mekke ve Medine’den sonraki 3. Kutsalıdır.144 000 metrekarelik bir alana sahip yer Al-Haram El-Sharif olarakda anılır. 4 tanesi kapalı toplam 11 kapısı vardır.  Bu alanda Arapça Al-Masjid El-Aqsa (uzaktaki cami) vardır.  Hz.Muhammed gelen ilk vahiyden 10 yıl sonra Mekke’den Kudus’e , Al-Buraq El-Sharif adlı beyaz at ile mucize bir  yolculuk yapar. Ve bu yolculukta, şimdi üzeri altın kubbe ile kaplı yerdeki kayalarda durur, namaz kılar ve dua eder. Bu yapının adı Kubbetül Sahra( taşın üzerindeki kubbe) dir. 16 ay müslümanların ilk kıblesiydi.Daha sonra başka bir vahiy ile Mekke’ye yönelerek namazlar kılınmıştır.Hz.Muhammed’in bu yolculuğu, bu yer Kur’an da Isra süresinde bahsedilir.

 Aksa Cami biraz güneyinde kalır Halife Ömer ibn Hattab bu kutsal kayalara yakın yere küçük bir cami inşa eder.700 yılında Emeviler tarafından genişletilmiş.1030 yılında Fatimiler yıkılan camiyi tekrar inşa etmişler.3500 m2 lik bir alana sahip olan camide aynı anda 5000 kişi namaz kılabılıyor. Caminin kubbesi aslına uygun olarak 1965 yılında yenilenmiş.13 yy da yapılmış alçı tavan işçiliği hala duruyor.1969 yılında fanatik bir yahudinin saldırısında çıkan yangından büyük hasar görmüştür. Selaeddin Eyyubinin oturduğu ,Halepten getirilmiş değer biçilemez mimberde bu yangında yanmıştır.Yenileme çalışmaları 1996 yılında tamamlanmış ve 4000 m2 lik çini alanı 2 ay gibi bir sürede gönüllülerce bitirilmiş. Bunları duyunca insan bir acaip oluyor.

    



                                   Kubbetül Sahra'dan Aksa Camii'ne bakış - Aksa Camii tavanı



                                                           Mevlid Kandilinden sonra.

İlk gecemiz kandil gecesine denk gelmişti. Yağmura rağmen bunu tecrübe etmek güzeldi.  Tüm sevdiklerim için dua ettim. Sevmediklerim için onları sevebileceğim kıvamda olmaları için J Yukarıdan nurlu bir ışık inene kadar dua edicektim ama ayaklarım üşüdü. Camide Türk olduğumuzu öğrenenlerin , birbirlerine bizleri göstermeleri, yanımıza gelmeleri , sırtımızı sıvazlayıp , gülümsemeleri, gönlerinden koparak şeker hediye etmeleri , oturmak için yer vermeleri inanılmaz güzeldi. Tanımadığım hiçbir insandan böylesi sıcak ve samimi elektrik aldığımı anımsamıyorum. Türk türk diyip gülümsemeleri, yanlarında hissettikleri tek ülke , tek millet olmamızdandı sanırım.(Vala onların lafı) Bizi seviyorlar J Bir şey ikram edemediğim için, aptallığıma ayrıca kızdım …vala nasıl nerede yaptıklarını düşünmeden her ikram edileni de yedim..

Evet nedir bu kavga.. bunca mezhep , bunca kilise ,bunca cami var ama niye illaki burası.

Efendim ; İÖ 19 yy da Muhteşem Kral Herod , bugün  bir bölümü Mescid-i Aksa’nın olduğu yere muhteşem bir  Yahudi tapınağı yaptırır. Fakat Roma İmparatoru Titus Kudüs’e saldırdığında bu tapınağı yerle bir eder. Zamanla kiliseleştirilen kalıntılardan bazıları, şimdilerde Caminin kütüphanesi olarak görülmekte. İşte olayımız budur. Eski tapınaklarının olduğu yere eski ihtişamı ile yenisini yapmak için Mescid-i Aksa’nın kendilerinin olması, Müslümanların peygamberinin Mirac’da namaz kıldığı ve hristiyanların Mesih’in üzerine çıkıp Mesih olduğunu ilan edeceği kayalar, Kidron vadisine kurulacak olan Sırat köprüsünün bir ucu olduğu için, kiyamet kopacağı zaman ölülerin  canlanacağı ,cennetin kapısından girilecek yer. Bilim , ilim neymiş.. para pul neymiş .. han hamam ppeeehhhh… İnsanın dimağının kitlendiği yer burası.


 


  

Kubbetül Sahra , paylaşılamayan kayaların üzerine inşa edilmiş görkemli bir kubbe. Hem Yahudilerin ,hemde Müslümanların kutsalı.Yahudiler için önemi, Mesih dünyaya geldiğinde bu kayaların üzerinden sesleneceğindendir. İnanılmaz güzellikte süslemelerle insanın başını döndürüyor. 1099 yılında Müslümanlardan alınan yapı , kilise olarak kullanılmış ama daha sonra Selaaddin Eyyubi tarafından geri alınmış. Tekrar camileştirilmiş. Yavuz Sultan Selim’in kutsal toprakları ele geçirmesinden sonra Osmanlı ayrı bir özen göstermiş tüm bölgeye. Kanuni Süleyman Kubbetül Sahra’nın yapımı için mermer ve çini ustalarını yollamış.Caminin alt kısmını beyaz değerli mermerlerle ve üst kısımlarını mavi çinilerle kaplatmış. Uzaktan bakanlar mavi çinileri ve altın kubbesi ile havada duran bir yapı gibi görmekte. Günümüzde bile çinilerin bakımı için Kütahyalı ustalara , gelip ihtiyacı gidermeleri için çini fırınları kurulmuş. Görmeye değer desenler , renkler . Sonraki bütün Osmanlı padişahları gibi II.Abdülhamid’de onarım yaptırmış,tüm zemini değerli halılarla kaplatmış, devasa avize ve pahalı kandillerle donatmış. Depremde zarar gören bina İslam ülkelerinin ortak çalışması ile tekrar eski haline getirilmiştir.1998 yılında Ürdün kralı Hüseyin kendi hazinesinden 8 milyon dolar vererek,kubbenin bakır üzerine altın ile kaplanmasını sağlamıştır. Ağanın eli tutulmaz. İyi etmiş. Böyle yazıyorum ama o havayı solumanızı isterdim. İnsanların böylesi kutsal saydıkları bir yerde huşu içinde sessiz sessiz köşelerinde dua etmeleri beni çok etkiledi. Güzeldiiiii…. Güzel…resimlere bakın.. beni yormayın…











Ertesi gün hedef Mescid-i Aksanın bulunduğu yerin tam karşısındaki tepe Zeytin dağı(Olives mount):Old city(eski şehrin) 100 mt kadar doğusunda ,Kidron Vadisinin diğer tepesidir. Çoğu zeytin ağacı ile dolu yeşil bir tepe. Tepeye çıkışda ilk önce Hz.Meryem’in mezarının olduğu inanılan The Tomb of Virgin Mary mezarı(kabri demek olur mu?) var. Bizans etkisinde olan bu mezar yerin altına doğru magara şeklindeki bir oyukla bütünleşmiş. İçeri girince kötümü ,tütsümü, havasızlık mı nedir bilmiyorum hoş olmayan bir koku var. Oldukça dik merdivenlerden inip üzeri ikonlarla ,tütsülerle kaplı minicik kapısı olan karanlık bir yere girdim.

 EEEEeuuuZZZZüüüüü karşıma saçı sakalı birbirine karışmış,kocaman göbekli bir rahip çıktı.üstelik adam oturuyormuş.Korkudan damağımı kaldırıcam ama tepkimi gördüğü için utandım.  Cam bir fanus  içinde yer yer çukurlaşmış, biraz tahrip olmuş bir mermer/kaya/taş ne olduğu anlaşılmayan lahit göründü. Allah’ın babasız çocuk gibi bir mucize gösterdiği, inandığım zattın mezarı ve Hz.İsa’nın annesi için orada dua okumamda bir sakınca görmedim kendimde. İyi ettim. Hz.Muhammed Mirac’a çıktığında burayı işaret etmiş derler





Bu mezardan çıkınca hemen yakınında aşık olunası güzellikte , eski zetin ağaçları olan bir bahçe var. Gethsemane bahçesi. Yüzyıllarca yıldır orada olduklarını koruma şeridinden anlaşılıyor. Bu bahçe Milletler kilisesi (church of Nations)’a ait. Getsemane’nin manası Gat Shamen ‘den geliyor . manası ezilmiş zeytin gibi bir şey. Burasının Hz. İsa’nın tutuklanmadan önce son dua ettiği yer oğluna dair rivayet vardı ki bu da ziyaretçi akınına neden oluyor.Bende karıştım aralarına ağaçlar inanılmaz güzeldi. Sarılası geliyor insanın. Her millet , her mezhep , her din Kudüs’te kalıcı bir eser bırakma, kendilerinden bir şeylerin buraya ait olduğunu hissettirme çabasında.Milletler kilisesi içinde birkaç millet bir araya gelip yaptırmışlar.








Kilise 1919 ve 1924 yılları arasında İtalyan bir mimar tarafından yapılmış.Kubbe ve tasarım bakımından İslami eserlere benzerlik gösterdiği için tepki almış. İnsan ne fena yaradılışta değil mi ? Allah ve onun peygamberi için bir ibadethane yaptırırken  bile ayrımcılık, harislik, kötülük peşindeler. Halbuki yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi ne kadar güzel bir görüntüsü var.Güzeldiiii.. ben sevdim…

Zeytin dağına çıkınca soğukdan ,çiseleyen yağmurdan buz kestim. Ama durup dağdan Kidron vadisine bakınca her şeyi unutturan bir manzara ile karşılaştım.





Birden kendimi yüzüğün etkisindeki gollum gibi hissettim. My preciousssssss….Benim olmalııııııssssss…



Buraya sahip olmayı isteyenleri anlamaya başlıyorum. Kidron vadisi gördüğümüzün ötesinde bir şeylerin simgesi.yukarıdaki resimin çekildiği zeytin dağı ve Kubbetül Sahra’nın olduğu bu iki tepe arasına kurulacağı söylenen “sırat köprüsü” ile pek çok inananın yüreğini hoplatıyor. Karşıki tepede Kanuni Sultan Süleymanın yaptırdığı surların önünde Müslüman mezarları , bu tepede 2 milyon dolara satılan Yahudi mezarları.Niye mi ? Kıyamet burada kopucak ve tüm ölüler buradan dünyaya gelicek.Sırat köprüsünün kuralacağı bu kutsal yer için kavganın bitmemesine şaşmamalı.

Kanunu Sultan surları inşa ettirirken 1542 de birbirine bitişik 2 kapı yaptırır. Zamanında altın ile olan bu kapılar 1600 yıllarında kapatılmış. Mesih’in bu kapıdan girileceği söylendiği için olabilir mi?


  

My Precioussss……. Kıymetliimmssss…..

Nerdeyim ben ? hah Zeytin Dağındayım hala.. Fatma Girik oynamıştı hayatını .Rabia hatun diye.Kadın olarak bilinen en ünlü İslam inanırlarındandır. Kendisi bir şekilde güzelliğinden dolayı köleleştirilip, satılmış ama gösterdiği mucizeler ile sahibi tarafından azat edilmiş bir hanım.İşte onun makamı olarak bilinen yer.

Daha sonra yine Kudüs’e gelen benimde yaşamına hayranlık duyduğum Selman-ı Farısi’nin makamının bulunduğu camiye gittik. Küçük sevimli bir cami.


Selman-ı Farısi’den bahsetmek istiyorum biraz.İslam alimi ve sahabelerdendir.Hz.Muhammed’in İslamın oğlu diye adlandırdığı, Hz.Ali’nin gelmiş geçmiş bütün ilimlerin kendisinde olduğunu söylediği Farısi, İsfahan’da doğmuş. Çok varlıklı Zerdüşt bir babanın oğlu olarak ateşe secde ederlermiş. Daha sonra hristiyan bir rahipin tek tanrılı din hakkındaki konuşmaları ile ateşe tapmaktan vazgeçti. Rahip ondaki inancı görünce henüz ilan edilmemiş bir peygamberin Şam tarafından geleceğini söyler. Farısi bu peygamberi bulmak için yola hazırlanır.Rahip bu gelecek olan peygamberin 3 alameti olacak der.

1.si sadaka verirsin alır ,yemez ama yanındakilere verir. 2.si hediye verirsin alır , yer ve yanındakilere yedirir 3.bir mühürü olacak der. Farısi, bu bilgilerle yola çıkar ve kervanı saldırıya uğrar, Medine’li bir yahudiye köle olarak satılır.Yahudi sahibi ile Medineye gider.Tam bu vakitlerde Hz Muhammed peygamberliğini açıklar.Farısi,bir şekilde kendinin huzuruna çıkar, kendisine bir avuç yemiş vererek “biraz sadakam var alır mısınız?” der . O alır ve yanındakilere ikram eder kendi yemez. Daha sonraki birkaç gün gene “ biraz hediyem var alır mısınız” der , alır , hem kendi yer ve yanındakilere de yedirince Farısı son alamet mühürü de görünce O’na iman eder.Ama ne yazık ki köledir. Sahibi onu 300 meyva veren hurma ağacı karşılığı bırakacağını söyler.Hz Muhammed Farısi’ye 300 hurma fidanı için çukur kazmasını söyler, fideleri kendi elleri ile diker. 1 sene olmadan fideler hurma veren ağaçlar haline gelir. Hendek savaşında hendek açılması gibi,alim ve ilim ilgili pek çok hünerleri olduğundan çok hürmet görürmüş.(her zamanda öğle değil mi ? okuyan kazanır ).Hz Ömer’in İran seferinde bulunmuş,İranlı olduğu için fethinde büyük faydaları olmuş.

Neyse…. Seviyorum böyle hikayeleri.. efsaneleri.. anıları.

Gezi devam ediyor .. II.Bölüm gelecek hafta..


        


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder