12 Aralık 2013 Perşembe

HYDRA ADASI 2013 HAZIRAN


Seyahati seven herkesin bir Yunan adasına uğramışlığı vardır eminim. Sadece Atina ve Pireyi görmüş olan ben için bir ayıp .evet ayıp. Derneğin (WISTA) toplantısının Hydra adasında yapılacağını duyduğumda küçük çaplı bir sevinç zıplaması yaptım.
Hydra adası Pirenin güneyinde 1,5 saatlik deniz mesafesinde , kucuk ama tarihi değeri ile onem verilen bir ada.Geneli kayalıklı adada tahmin ederseniz ki tek bir en yüksek dağı var ve onun adı Eros . Adanın adı Hydra , anlaşıldığı üzere harika suları olan bir adaymış ama şimdilerde eski görkemi yokmuş bu suların. Ama söylemem lazım , gerçekten cok güzelmiş..Tarihi inanılmaz maceralı ..
Kazılardan çıkanlara göre MÖ 3000-2500 yıllarında küçük bir yerleşim alanı ve nüfus mevcutmuş.Dorian istilaları , Bizans dönemi ve korsan saldırıları ile 13yy a kadar izi sürülen tarihi eserler var. Yunanistan’da en sevdiğim sanırım bu .. hayatlarını cok güzel eserlere dökmüşler ve bunu yüzyıllar boyunca korumuşlar.Pire’den hızlı denizotobüsleriyle birlikte güzel bir deniz yolculuğu ile adaya vardık.  Once pirede soguk birşeyler içtik limonata tadında J..      

6 Aralık 2013 Cuma

Gitmeli..

İstanbul'u bilmeden olur mu ?? yarınki yol planımda bende hazırım.. erkenden kahvem, fotograf makinam ve aklımla hareket vaktidir :))

29 Kasım 2013 Cuma

MONT ST MICHEL 2012 EKIM


Nerede nasil bilmiyorum ama Mont St Michel resimini gordugumde beynimde dans eden dusunceleri , kopup giden hayalleri , bastiramadigim 'orayi gormem lazim' hissi , kacamak zamanlarda neresi , nasil gidilir ? nedir buranin gizemi , o ada da kaybolma duygusuna engel olamiyordum.Yolculuga başlamadan size bir iki bilgi vermeliyim ki , oradaki ruh-u haliyetimi biraz anlayın :)

Mont St Micheli arastırken bir gezginin “gel-gitin dusuk zamanında siyah kumlarda yürüyerek , derin sulardan geriye kalan su birikintilerinde suları sıçratarak , bu dramatik manastıra yürümeyi  seviyorum “cümlesine kitlenmiştim. Çamuru cok severim bilen bilir.
Efendim ; 6 yuzyılda her nasılsa bir grup rahip burayı buluyor ve yanlızlık içinde ibadetlerini yapıyorlar . Piskopos Avranches in emri ile Romaneks tarzında  bir kilise kuruluyor. Kaynaklara göre 16 Ekim 709 yılında Baş Melek Michael adına kutsanıp ibadete açılıyor.





Antik Latinceden gelen Hermit ( Çöl )  kelimesi ile gel-git zamanlarındaki uçsuz bucaksız ufuk çizgisine kadar ucanan yanlızlıgı , Tanriya ibadet ve inzivaya çekilmeyi temsil etti.

Tezat odur ki;  SU ve ÇÖL .. sular yükseldiğinde ulaşılması zor , kayaların üzerinde ıssızlığında bir kilise , sular cekildiginde gerçekten ulaşalabilecekleri bir sığınak. Cok seviyorum bu tarz manaları , yoksa ben mi uyduruyorum bunları ?


 
11.yy da Kuzey duvarı oluşturulmuş ve kilise denizin yıpratıcılığına karsı genişletilmiş. 12.yy da ise batıya ve güney doğru ek binalar yapılmıs. 13.yy artık merak ve ünlenmiş bir yerdi. Zamanın Fransa Kralı Philippe Auguste , degisen sanat akımı ile Gotik yapıda 3 kat ve yemekhane yaptırır. Ve bazı yerleri onartır.Zamanla eklenen binalar ile ve kiliseye hizmet edenlerin cabaları ile bu kucuk ada kocaman yasayan bir manastır-ada olur.Kral Philippeden sonra bir gelenek olarak Fransız Kralları bu manastırın koruyucu olmuştur.

Tarihi Eserlerimiz Nerede ??

WWW.BIZIMKAHVE.GAZETEVATAN.COM 'SITESINDEN ALINMISTIR..
Hangi tarihi eser hangi ülkede?
 "Paha biçilmez" tarihi eserler için 17 yıldır süren çabalara rağmen henüz bir aşama kaydedilemedi
Tuğrul Tunalıgil


İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, İzmir’den kaçırılan Jüpiter ve Apollon heykellerini dünyaca ünlü Louvre Müzesi’ne mektup yazarak geri istedi. Kocaoğlu’nun bu girişimi, Türkiye’nin yurt dışındaki diğer tarihi eserlerini de gündeme taşıdı. Kültür Bakanlığı’nın çalışmaları sonucu geçen yıl 1000 eser anavatanına geri dönse de, Zeus Sunağı (Tapınağı), Boğazköy Sfenksi, Truva Hazineleri gibi “paha biçilmez” tarihi eserlerde 17 yıldır süren çabalara rağmen henüz bir aşama kaydedilemedi.

UNKAPANI & ZEYREK & VEFA

Sıcak ama esintili bir sabah buluştuk binrotalılarla.Unkapanı , Zeyrek ve Vefa gezimiz için heyecanla bekleştik. Rehberimiz Serhat, biraz İstanbul , biraz tarih, biraz efsane , biraz hikaye diye Zeyrek'ten başladı. Neşe hocamızda saolsun detaylarla bizlere harika şeyler anlattı.
IMG_1790.JPG

NEWYORK 2010 HAZIRAN - 3

 Bir günü Amerika ekonomisine destek için ayırdık.Sabahın kör karanlığında açık bir cafede miss kokulu taze meyvalar ve lezzetli bir kahve ile ,elimizde 1 gün öncesinden aldığımız alışveriş turu bileti ile Sheraton otelinin önünden bizi alıcak otobüsü beklemeye başladık. Bir iki kalantor italyanı görünce; ya parça pinçik yarılcaz , yada çok doğru bir iş üzerindeyiz dedik.1 saat boyunca şöförün arkasındaki koltukda yolu beynimize kazıyarak "woodbury common" denen outlet merkezine geldik. Outlet dediğime bakmayın herşey "CISSSS" marka.

yalan yok.. donattık kendimizi .. sefamız olsun .. bir daha mı gelicez dünyaya .. amannn ne için çalışıyoruz diye diye aldık varyer yaptık.sonrası pişmanlık duydukmu o ayrı mevzuu tabe .. Değer mi gitmeye ? değer ama gerer aynı zamanda..

Rockefeller Center:

39.jpg  

NEWYORK 2010 HAZIRAN -2

St Patrick Kilisesinin bulunduğu meşhur 5th Avenue'den Empire State binasına doğru yürürken, pek çok bujiteri-tuhafiye dükkanları ,Mahmut Paşa yokuşu havasında toptancı dükkanlarını geçtik.Empire State binasına giderken Macy's alışveriş magazasının önünden geçerken konuşmaksızın, sessiz bir anlaşma varmışcasına kendimizi giriş kapısını omuzlamış bulduk. Birde utanmadan bir şey almayalım taşımak zor oluyor diye birbirimizi kandırıyoruz. Binalara bakmak çok güzel ama bir süre sonra başım dönmeye başladı. Empire State binasına yaklaştıkça bizim değnekçiler mantar gibi dibimizde bittiler. Neymiş efenim çok sıra varmış, beklemek istemezsek 86.kata çıkış ve bina içinde yemek birlikte alırsak, yarım saatlik bekleme ile yırtamışız. Kaç kuruş? Yanlış anımsamıyorsam 35 usd gibi bir para diyince.. biz zaten dışarıdan tırmanıcaktık diyip adamın kafasını düzledik.
11.jpg

NEWYORK 2010 HAZIRAN -1

Pek çok kişinin gittiği , hakkında ki her şeyi tv dizilerinden ezberlediği New York gezimi yazmak konusunda emin degildim ama  sonra  “amannn ko’yu ver siteye..”  ..yazıyı…  dedim kendi kendime..

Efenim ,daha önce başka hava yolları ile Amerika’ya birkaç gitmeme rağmen THY’nin ekonomi klasının diğerlerinin business keyfine yakın olduğunu söyliyebilirim. "reklam degil bilgidir lütfen". 2 saat rotarı öğrendiğimizde havalimanındaki tüm “lounge”lara girilmiş, duty free’deki tüm parfüm ve kremler incelenmişti. Neyse ki kaptan pilot uçağa binince rotar süresini çok güzel kapattı.:)

KUDUS 2010 SUBAT -1 ... ORADA OLMAK


Mar















Gazeteleri okumanın , tv de haberleri izlemenin veya anlatılanları dinlemenin kifayetsiz kaldığı bir yer Kudus. Davulun sesi uzaktan hoş değil ,boş geliyormuş insana.

Yazının neresinden başlayım ,hangi duygularla , düşüncelerle kelimelere dökeyim kafamdakileri bilemiyorum. Kudus Kudus deniyor ..ne biliyorum ? Nereye gidiyorum..

İnsanlık tarihinde beklide en masum ve en kanlı şehir Kudüs. Batıl olmayan her dinin kutsalı,  hemen her inancın bir noktada bir dönemde kaderinin kesiştiği şehir. Değerinin ölçüsü, vaat ettiklerinden mi ?  

KUDUS 2010 SUBAT - 2

Kaldığımız otelin lobisinde keyifli bir müzik , beyaz gömlek giymiş, kippalı genç erkekler alkış tutarak neşe ile şarkı söylüyorlardı. Sağında solunda koluna girmiş anne babası, tam ardı sıra yürüyen kardeşleri ile nikahın kıyılacağı üzeri süslü yere ilerliyorlardı. Hoş bir görüntüydü.


KUDUS 2010 SUBAT -3 BATI SERIA






Valla üşeniyordum yazıyı tamamlamaya. O küçük not kağıtlarını bir araya getirmeye resimlerle denkleştirip, kafamı toparlamaya üşeniyordum ama  annemin de dediği gibi “ avara duranın ne karı var?” . hiççç.. yazmalı anlatmalı ..
Hz Davud’un mekanını anlatmıştım en son . Asıl görmek istediğim yer Filistinlilerin yaşadığı yerler. Batı Şeria. Filistin özerk bölgesi. Olaylar nerede oluyor? Kimlerin başında patlıyor bu bombalar? Nereye benziyor bu yer ?

ATINA 2009 HAZIRAN

Salisbury yazısının çilesi dolmadı. Bitmeyecek bu gidişte. Sıcak hemde çok sıcak yerlerden biri olsun derken .. 2009 haziranındaki Atina gezisi aklıma geldi. Geçen sene Nisan mayıs ayında yaz programı için kıvranırken ,sezeryanla bir iş gezisi kucağa düştü. Hatrı kalır, gidilmeli.

Kuzenim,iş arkadaşım ,kardeşimden oluşan 3 erkek ve adamdan saymadıkları ben ile Thy’nin koltuklarına kurulmuştuk bile. Kimse birbirini tanımayacak ,karşılaşırsak “hello” diyip yolumuza devam edeceğiz.kural bu. Atina semalarına gelince , havanın sıcaklığından uçağın havalandırması bile yetersiz kaldı. Atina havalimanına inicez belli ki alçalıyoruz ama hani pist. Tepelikler , bozkır havasında Şile kumlukları aa evet evet Eleftherios havalimanına indik. Keşke o şikayet ettiğim sıcakta olsaydım şimdi. Bir taxi ile anlaştık, amca klimaya da yol verince , başladık muhabbete. Hava sıcak , adam sıcak bizimkiler hemen “en iyi bar nerde? Nerde yiyelim içeim ? plaj nerede? hocam sen bilirsin” diye beleş rehberi sömürdüler.

HAMBURG 2008 KASIM


Sahtekarın önde gideniyim.. İş nedeni ile yaptığım yolculukları ustalıkla kendi menfaatime kullandığımı tüm yüzsüzlüğümle ilan ediyorum J Kırmızı şehir Hamburg için “Fırsatçı” sıfatını tarafınızdan iltifat gibi kabul ediyorum sevgili dostlarım.

“Çok işim var”,” nerede benim dosyalarım”,”of hiç gitmek istemiyorum” gibi asılsız şikayetler le  Hamburg’a uçtuk . 1 yıl önce de Hamburg’a gitmiştim ama tecrübeli olunca daha bir hoş oluyor tabi.

Sağlı sollu dükkanlarla dolu meşhur Mönckebergstrasse’nin karşısındaki şehrin en büyük tren istasyonu Hauptbahnhof’un kuzey kapısının karşısında kalan temiz ve eski bir otel Fürst Bismarck’a yerleştik.Yalnız hemen sölim arka sokağı biraz batak ,biraz kerhane , biraz gel anamss oteller var.Niye bu otel mi? Abimin referansı. Daha önce camdan duş kabini; odanın ortasında olan  Hotel Ambassador’da kalmıştım. Psikopata bağlamıştım gizli kameramı var diye. 3 gün karanlıkta yaşayıp yarasa olmuştum.

Korsanlar

Korsanlar
 

Napolyon'un ordularının Avrupa'yı kasıp kavurmaya başladığı günlerde Akdeniz'in tek hâkimi Cezayir, Trablusgarb ve Tunus'taki korsanlardı. Amerikan Kongresi, Cezayirli Hasan Paşa ile imzalanan "haraç" anlaşmasını 1796 yılının 7 Martında onayladığında, Osmanlı Devletinin de resmen vergi mükellefi olmuştu!
 
Masal gibi ama gerçek
 Süleymaniye'de gözaltına aldığı askerlerimize turuncu tulumlar giydirip ellerini bağladıktan sonra başlarına torbalar geçirip götüren Amerika, bir zamanlar vergi mükellefimizdi. Çok değil, bundan sadece 200 yıl önce, Amerika Birleşik Devletleri başkanı George Washington, bize vergi vermekle yükümlüydü!

28 Kasım 2013 Perşembe

BRIGHTON &HOWE

“Elizabeth Bennet’in fingirdek kız kardeşi Lydia ,Brighton’a teyzesinin yanına gider ve orada subay Wickham ile tabiri caizse kocaya kaçar. Böylece zor anında Elizabeth’e yardım eden Darcy buzlarıda kırmış olur.”

20679276.jpg



Brighton’da The Royal Theatre’de  ilk izlediğim tiyatro oyunuydu Pride and Prejudice. Tiyatronun ihtişamı, süslemeleri , kırmızı kadife koltuklar , locaların altın yaldızlı desenleri , 200 yıllık sahnenin atmosferi , sahnedeki perdenin 30 ton luk havası ile o zamana kadar gördüğüm en harika tiyatro salonu.

LISBON 2005 AGUSTOS


Zagor'u bilen bilir. Çığlığı vardır ya hani “ahhhhyyaaaakkk” işte onun gibi tepindik arkadaşım Burcu ile Lizbon havalimanı Pagina’da. Düpedüz şımarıklık başka bir şey değil. Malta 2005 yazısı ile bu noktaya gelişimi anlatmıştım.

Arkadaşım tur ile işlemleri 2 kişilik yapmış, ellerine sağlık Burcu’cum. Valizler alındı. Otobüse binmeden ben hemen telefona sarıldım. Amerika’da tanıştığım Lizbon’da yaşayan ve çok saygın bir konumu ve işi olan Türk bayanı aradım. Söz vermiştim Lizbona gelince arıyacağım diye . Sözleştik bir akşam birlikte yemek üzere.Yipppieee..

Otobüse doluştuk ve otele varmadan şehir turuna başlandı. Otele varana kadar tura katlanmak zorundayım.(Lütfen rehber ve tur organizasyonu arkadaşlar alınmasın. Sevgi , hürmet , saygılar efenim.) İki lafın belini kıralım derken, kusura kalmasın kimse kısa bir Malta detayı geçiverdim arkadaşıma.. Otobüs de birkaç eş, her halleri kibara benzeyen yaşlıca bir çift (Allahtan enerjik görünüyorlar) ve bir bayan grubu vardı. Şehrin merkezine doğru ilerlerken şehir dışı ve içinin arasındaki yapılaşma, düzen, yaşam standardı seviyesi göze çarptı gözüme. Şehrin dışında varoş ve gelir seviyesinin düşük olduğu, yapılaşmanın 70’li yıllarda kilitlendiği hissediliyor.

MALTA 2005 TEMMUZ

Provence köylerinde geçireceğim güzel günlerin hayalini kurarken , nasıl bir döneklikle kendimi Malta’da buldum bende anlamadım. Holly 3S ( Sun , Sea, Sand ) sloganım ile uçuş gününe 2 gün kala  çantamdan yürüyüş ayakkabılarımı çıkarıp , flip flop larımı koyuvermişim. Üstelik kendimi neyle ödüllendiriyorsam 10 gün kalıcam. Bak hele ..

Malta’ya tamamen hazırlıksız ,kulakdan dolma söylemler ve tarih bilgimle (eh fena değil ) gittim.Havalimanında kitapçıya uğradım, bari gidene kadar bir iki bilgi edinebilirim dedim. Havalimanı kitapçısından gezi rehberi ve güneş sırtımı ısıtırken okumak üzere birkaç kitapla yüklendim. Oh bismillah koltuğa da kuruldum. Sofya  aktarmalı ,kafayı resetleme yolculuğuna elimde Malta gezi rehberi elimde hatim ederek başladım . Sofya havalimanı olduğu iddia edilen, kasabadan hallice yere indik. Küçük bir büfesi olan, tuvaletlerin kokusu bekleme salonuna kadar ulaşan , bir uçak insanı oturtma kapasitesi olmayan bir yer.  Ama bizim konumuz Sofya değil tabi. Uzun bir bekleyişten sonra uçağımız kalktı. Maalesef 1 günü harcanmış kabul ediyorum. 

VENEDIK 2004 NISAN

İtalya’yı tek seyahat ile oldu bittiye getirmek ,böylesi güzel bir ülkeye edepsizlik etmek gibi olacaktı. Özellikle Venedik için önerildiği üzere bahar dönemini bekledim sabırla. Şansıma nisanın güneşlerini beklerken İstanbul’dan fırtınalı yağmurlu bir hava ile aynı yağmurlar beraberimde Milano’ya vardım. Milano’da Venedik otobüsünü beklerken çok kısa bir şehir turu yapma imkanını kaçırmadım tabi.
Külliyen yalan 2 yer gördüm tur mur değildi. Duomo di Milano ya dışından bakıp, kendime Milano seyahati için söz verdim. 4 yüzyılı aşan bir yapım ile varılan zirve noktası budur dedirtti. “hayali” havası ile masal şatolarını anımsattı bana. Gösterilen ilgi haklı sebepten.

MISIR 2003 HAZIRAN

MISIR 2003

my lovely suitcase.jpg 2003 yılı Haziranın da belki de yapılamayacak tek şey , derecelerin patladığı sıcakta Mısır’a gitmeye kalkışmaktı. Ama o kadar ucuzdu ki insanın “gitme” duygusunu yenmesi imkansızdı. 99 usd’ye , uçak , 7 gece 8 gün , yarım pansiyon ,Sharm El Sheik‘de 4 yıldızlı bir tatil köyünde kalacağız. Yok böyle bir şey!!! Taksitle hemde .. e artık adama enayi derler.
Güneş yağları , şapka , gözlük , yanık kremleri ,palet ,ördekli can simidi ... eh sanırım bavul tamamdı 1 hafta öncesinden.. Fakat oda ne Eminönü’nde bir patlama olur . Genel bir panik havası sarmıştır Türk halkını.. Turdan aradılar . “Herkes iptal etti”dediler. İlla gitmek isterseniz sizi Mısır Havayolları ile yollarız dediler . Allah aşkına bavul yapmak bir şey degil ama o boşaltması ?? Gitmediğim seyahatin bavulunu boşaltmak ?? :) komik olmayın tabiî ki hayır ...
Çocukluk arkadaşım ile azimliyiz. Havalimanına gittik. 6-7 yaşlarında kızları olan bir Akif abi ve eşi ile rehbersiz Kahire’ye hareket ettik.
Asıl güzellik bundan sonra başladı . Uçak bir yere indi . Uçaktan indik birden Wwoouuww bir sıcak hava dalgası. Olamaz. Saunadan farksız bir hava. Nefes almaya başladığımda burası neresiymiş ? aa Kahire havalimanı imiş. Nasıl yani ? bu kadar turistik , tarihi , göz önünde bir başkent olarak bu nasıl bir yer . 

Delirmeden Önce Deniz

Seneler once İngilterenin güney sahil sehirlerinden birinde , vakitsiz bir saatte kimsenin olmadığı , otoban ile sehirden ayrılmış , uçsuz bucaksız gibi görünen ıssız bir deniz kenarında buldum kendimi .

 
Plaja doğru uzanan yer yer asınmıs , kırılmış , kenarlarında demir tutunma bariyerleri olan , kumların ayaklarınıza dolmasını engelleyemediğiniz , uzun bir patika gibi kıvrılarak , terk edilmiş bir iki deniz şezlongu, dağılmış çöpler, denizden sürüklenmiş ne olduğu anlaşılmayan yosun –ağ-çöp karışımlarının arasından , gözüme kestirdiğim banka ilerlemeye çalışıyordum. Yaz günü bile kumda yürümekten nefret ederken soğukta –ki ben çok üşürüm , ısrarla bata çıka bu kimsesiz yerde ne işim vardı ? plajın her iki yönüne biraz tedirginlikle baktım .

İstanbul sahillerinde ki gibi sarapcılar varsa eyvah al basına belayı kızım dedim kendi kendime.. Ne harika bir sanstıkı benim için ozel bir günmüş gibi loca ayrılmış seyirlik saatlerime .Kendim için bir dinlence anı belirlemiştim. Düşünecek ne çok seyim varmış ama hic birini aklıma getirmeksizin dolapların içine yığdım yok olmalarını umarak.Buraya gelme amacımı çiğneyerek kederli olmamaya karar verdim.

 
 Atlantik okyanusunun güzel dalgalarının kıyıya vurmasını izlerken rüzgârın serinliği , bir iki ufak deniz mi yağmurmu olduğu belli olmayan damlanın yüzüme vurması, aldığım nefesin lezzeti ile aptal bir sırıtma ile kendimi dünyanın en melankolik kişisi sanmam simdi bile iyi hissettiriyor .. sebepsizce gözlerimi dolduran yaşlar gülme isteğimi zor bastırıyordu. Çok güzel cok keyıflı anlardı. Islak bir bankın ucuna oturup ellerim ceplerimde omuzlarımı buzup ,dizlerimle dertop olmuş halde denize bakıp , üzerindeki o koyu gri bulutların , yer yer beyaz çizgilerle binbir tona bürünmesini izledim.O zaman anladım ki ben delirme üzerindeki bu havaları , denizin havaya ritm tuturup ben daha deliyim demesini seviyorum. Denizin lacivertten siyaha uzanan o renklerini kesen dalgaların beyaz köpükleri , ufuk çizgisinin gokyuzu ile karışıp flulasması , duzenli olarak bir ritim tutturmuşçasına bir kac metre uzağıma gelip geri giden dalgalar. Filmlerde bu sahnede ya kavuşma ya ayrılık olur sevgililer arasında ama ben yanlızlıgımla nedense çok bir barışıktım o zaman. Aklıma gece nasıl olur acaba dedim.. belkı cok uzaktan bir iki geminin ısıgını gorurmuydum? Gunduz göremediklerimi gece ortaya çıkarır mıydı ? görmek istemediklerimi gunduzun karanlığına hapsederken gecenin beni aydınlatması cok saçma olurdu tabi.. ellerimin usumesi durmuyordu. Gitmek ile kalmak arasında , yine gelirim dedim bedensel zayıflığıma yenik düşerek. Hoscakal güzel deniz. Biliyorum ki hep benim en sevdiğimsin ..


neresiburası: BrightonandHowe