1 Mart 2016 Salı

Patika



Çukurlar, ıslak çürümüş yapraklar, kırılmış dallar ve dar patika, yolunu zorlaştırıyordu. Birilerinin zorla açtığı bu yol aslında devasa ağaçların izin verdiği kadar geçilebilirdi. Issızlığın yükü ile kalın kahverengi kabuğunun üzerinde yosunlar bağlamış yaşlı bir ağacın gövdesine tutundu. Yumuşacıktı. Yeşilin parlaklığı hala hayat dolu bu ağacın uzun yıllar orada olacağının işareti gibiydi. Kolları ile saramayacağı kadar büyüktü. Toprağın içine dantel gibi kıvrılmış kökleri zar zor belli oluyordu. Toprak, yosun, çürümüş otlarla heybetinin altında öylesine uzanıyordu. Daha yolu vardı. Duramazdı. Ne güzel olurdu birkaç dakika oturup başını yaslayıp dinlenseydi.

30 Kasım 2015 Pazartesi

Taşlar


 Okuldan çıkmış çantamı sürüye sürüye peşi sıram çekiştiriyordum. Yokuşun dibindeki emniyet müdürünün evinin bahçesinde, kulübesinde sakin uyuyan dev bekçi köpeğine akşam üstü sataşmamı da yapmıştım. Kıs kıs gülerek üç katım hayvanı sinirden kudurtmuş, mahalleyi inletecek kadar havlamasına sebep olmanın verdiği garip zevk ile yoluma devam ettim. Bir başkalık vardı. Havanın karanlığına daha vakit varken karartıyı hissediyordum. Boylu boyunca sağlı sollu iğneli çınar ağaçlarının sıralandığı, sonunda evimizin göründüğü meşhur bayırımız, simsiyah, zehir gibi pis ekşi kokulu,  yeni dökülmüş parlak bir asfalt ile kaplanmıştı. Gözlerime inanamadım. Verevine dizilmiş,  o güzelim Arnavut kaldırımlı bayırımız yoktu. Bir ses nasıl, niye diye beynimde söyleniyordu.  Ben çok seviyordum o taşları. Kaç defa düştüm o bayırda anımsamıyorum. Kar yağdı,  buz tuttu düştüm,  koştum yuvarlandım,  dizim çatladı, gözlüğüm fırladı camı kırıldı, top kaçtı kovaladım. Kapkara asfaltı gözlerim dolu dolu çıkıp eve vardım. Belediye yapmış. Sinirli sinirli ağlayıp onlara ne ? Onlar mı yaşıyor burada? Bizim bayırımız bu? Biz yaşıyoruz burada,  seviyorduk biz. Allah’ın belaları,  geberin orospu çocukları, pis yavşaklar diye ağladım. Değiştirdiler her şeyi. Her şey değişti.

25 Kasım 2015 Çarşamba

Öykü 8


Karar

 Alışıktı görünmez olmaya. Kimsenin onu koca bedenine rağmen farketmemesine hayret ediyordu. Pahalı mantosunu sandalyelerin birinin üzerine atmış şık giyimli kadın ve gözlerini alan taşlı takılarla süslü parmaklarını sallaya sallaya konuşan arkadaşı. “Ne arzu edersiniz acaba ?” dedikten sonra uzunca bir süre masalarının kenarında durmuştu. Kadınlar konuşmaları kesilip, birkaç fikir değişikliği ile kahve ve elmalı turtaya karar verebildiler. Turta iyi seçimdi. İnce bir dilim ile tadına bakmıştı. Hararetli konuşmalarından biraz sonra kavga edeceklerine emin olduğu adam ve kadının oturduğu masadan, didiklenmiş yemek artıkları ve peçete parçalarının olduğu tabağı aldı. Kadın sinirli bir tip. Peçete konfeti gibi olmuş. Elindeki tabak ile mutfağa doğru ilerlerken ona seslenildiğini duydu. Gülümseme şart. Restorantın bir ucundan kendini süzen müdüre bakmaksızın, köşede tek başına oturmuş adama ilerledi. Çayı soğumuş değiştirebilirmiymiş. Tabi. İşi bu. Çok isterdi başka bir dünyada başka biri olmak. En azından üzerinde güzel bir elbise ile kasanın ardında olabilmek. Havalı olabilirdi. Beyaz önlüğünün cebindeki bahşişlere dokundu usulca. Çıkarıp saymak istemiyordu uluorta. Belki bu akşam sinemaya gidebilirdi.

21 Ocak 2015 Çarşamba

Öykü 7

Delirmeden Önce Deniz
 

Seneler önce, İngiltere’nin güney sahil şehirlerinden birinde, vakitsiz bir saatte, kimsenin olmadığı, otoban ile şehirden ayrılmış, uçsuz bucaksız gibi görünen ıssız bir deniz kenarında buldum kendimi. 
Plaja doğru uzanan, yer yer aşınmıs, kırılmış, kenarlarında demir tutunma bariyerleri olan, kumların ayaklarınıza dolmasını engelleyemediğiniz, uzun bir patika. Terk edilmiş bir iki deniz şezlongu, dağılmış çöpler, denizden sürüklenmiş, ne olduğu anlaşılmayan yosun–ağ-çöp karışımlarının arasından, gözüme kestirdiğim banka ilerlemeye çalışıyordum. Yaz günü bile kumda yürümekten nefret ederken bu soğukta–ki ben çok üşürüm, ısrarla bata çıka bu kimsesiz yerde ne işim var? Plajın her iki yönüne biraz tedirginlikle baktım.

Öykü 6 - KAYIKTA


Kayıkta

Bağlamaya gerek kalmaksızın eski kütüklerin üzerinde duran kayığın brandasını kaldırdı. Her ne kadar özenle zımpara yapsa da, macun cila boya çekse de, artık yaşlı kayığı yıllara dayanamamıştı. Güzel mavi rengi, tahtanın yaşlılığını saklayamamış, macunların çürüdüğünü haber verircesine kararmıştı. Nabzını kontrol eder gibi elini sandalın gövdesine dayadı. Şevkatle bu yaşlı kızın çizgilerini takip etti. Parmak uçlarına takıldı kıymıklar. Acımadı. Kenarda duran kürekleri kaldırıp içine koydu. Kızağın başına doğru yürüdü. Eski kayıkhanenin içine doğru uzanan sandalın ince gövdesinin önünde bir an durdu. Bir köşesinde yatağının durduğu terk edilmiş kardona baktı. Hangi bacağı sallandığı belli olmayan sandalye ve duvara yaslanmış masa. Gaz ocağı, kömür karası çaydanlık. Kitaplar.

Öykü 5


SİYAH İBRİŞİM

Meliha Kadın’ın kızı hatırlı bir subayla evlenecek. Gözü, köye geldiğinden beri Pembe’deymiş. Ankara’dan ailesi gelmiş, istemişler, vermişler. Bizde de başladı tabi hazırlıklar. Bohçalar; en kıymetli danteller, pırpırlı güzel çemberler, sim urganla cami-Kabe motifli seccadelerle dolmaya başlamıştı.  İstanbul’dan alınmış çoraplar,  Altın Damla kolonyası, basma entariler, el dokuması havlular.  Hepimiz heyecanlıyız. Meliha Kadın,  Pembe’si için pek bir özeniyor. Pembe anası gibi. Şen şakrak, gözlerinin içi gülen, pembe-beyaz yanaklı, nazlı kız.







Öykü 4

Almadan Armuttan, Şekerden Çaydan

Yeni yıl gelince hep hüzünlenirdi. Rahmetli ninesi aklına gelir, eskileri daha çok anardı. Son zamanlarda onun gibi ellerini ovuşturmaya başladığını farketmişti. Ev ahalisi süslenmiş püslenmiş kutlamaya dışarı çıkmışlardı. O’nu da “Anne gel gel” diye çağırmışlardı sanki gidecekmiş gibi. Yaşlı omuzlarını oynatıp kendi kendine mırıldandı “Laf işte!”.
Sesini iyice kıstığı, küçük televizyonlu odasında oturup, karşıki apartmanın ışıklarına baktı. Ne çok bina vardı. Hepsi de düğün alayı gibiydi. Gece, gece değildi sanki. Köy yerinde olsa bu saatte tek başına sokağa çıkmaya korkarlardı. Hele yeni yılda ödleri patlardı. İşte yine başlamıştı ellerini ovuşturmaya. “Kaybana yaşlılık” dedi. Gözleri usul usul kapanıyordu. “Yeni yıl” diye güldü.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Öykü 3

Gemide

Yemekten sonra, her aksam yaptığım gibi, güverteye çıkmıştım. Hava ağırdı. Eriyen bir kurşun. Buharını ben soluyorum. Kesik soluyuşumla. Tere batmıştım. Filikaların altında, hiç kimsenin beni görüp tedirgin etmeyeceği bir köşeye siginmis, serinlemeye çalışıyordum. Bir yandan da, kafamı nicedir çelen su sorunun karşılığını arıyordum: Nerden binmiştim bu gemiye? Nasıl binmiştim bu gemiye? Anılarımda bir toprak parçası var. Yemyeşil bir toprak parçası. 
Vardiyamın başlamasına az kalmıştı. O mazot kokulu , yağ içindeki makine dairesine inmeden kazanılmış her temiz hava ciğerlerimde bayram edercesine dolanıyordu. Sarmam yanımda olsa keşke , bu ucuz gemici sigaraları kesmiyordu beni.
“Musa !!.. “
“buyrun süvari bey”
 

Öykü 2

Şakanın Böylesi

79 yazının en sıcak günlerinden biriydi. Camdan bakıp iç geçirdi .Ne vardı yani teyzesi izin verseydi de , şu gül dolu bahçede oynasaydı. Emanetsin sen olmaz . İşim bitsin beraber çıkarız demişti . Emanet ne demekti . Annen yok , gözümün önünde ol demekmiş . Akşama en sevdiği dayısı yine küçük bir supriz ile gelirdi .Nasıl bekleyecekti akşamı .
Bahçelievler’de dedesinin evinde kalmaya bayılıyordu. Üç dayı , bir teyze ile seviliyor, şımartılıyor ve  her dediği yapılıyordu. Bir hafta , on gün kalırdı. Teyzesi çok becerikli, ufak tefek ,üç bekar erkek kardeşin işini yapar , dağ gibi çamaşırları yıkar, yemekler hazırlar , üstelik çay zamanı gelince köye çay kırmaya giderdi.  Küçük bahçeli apartmanın giriş katında 3 odalı , küçük mutfağı olan evin en güzel yanı, tam pencerinin önündeki bahçenin olmasıydı. Bir sürü çocuk vardı dışarıda keşke oda çıkabilse.

Öykü 1


Çitlembik İnadı

Lekeler içindeki tişörtünün eteğini kıvırıp , akan sümüğünü hızlıca sildi. Bir mendil için eve gitmezdi. Zaten annesi mutfakta yemek yaparken, kapıdan gizlice kaçtığı için sağlam bir dayak yiyecekti. Hiç değilse dayağa değecek kadar sokaklarda oynayabilirdi .
“Pişman olacaklar” diye mırıldandı kendi kendine. Kendisinden üç yaş büyük abisi ve arkadaşları onu kızsın sen diye aralarına almadıkları için çok üzüleceklerdi. Kandilli’nin tepelerindeki çitlembik ağaçlarına gittiler ,onu almadılar. Şapşallar yukarı mahallenin çocukları toplamıştır bile onları boşuna tırmanıyorlardı o uzun arnavut kaldırımlı bayırı. Halbuki kendisi en dolu ağaçları biliyordu. Çok pişman olacaklar çok diye düşündü. 

29 Mart 2014 Cumartesi

Havada bulut sen beni unut..

Bıçak gibi keskin olur bazen bulutların hatları .. havanın rengine tezat bir cetvel ile ayırmıştır kendini boşluktan..hangisinin daha parlak olduğunu anlamadığınız bir mavilik ve beyazlık arasında kalır gözleriniz . hele hava “kaçık” etmeden biraz önce ise mavi-gri üzerinde kalıverir birkaç isyankar beyaz parça fırça darbesi gibi ..  anlatırken bile gülümsetiyorbenı bu sert ayrımın verdiği yumuşak hisler ..
Bazen bir düzendedir , küme küme ilerler nereye gittiği , nereden geldiği belli olmaksızın.. peşine takılıp nerede sonu başı merak olur içinize .. çizgi filmlerdeki gibi bir gökkuşağı kondurmak isterseniz kenarından yere kadar uzanan .. sonra altından geçmeyi düşünürsünüz belki J .. herbir küme bir tanıdık şekil ararsınız eğlendirirsiniz kendinizi bu çocukça oyunla.. 
 Münih ..
 

18 Mart 2014 Salı

Londra notları ..


Christmas zamanı ve ilk defa Londra’ya gidemedim.Her sene en az iki günlük bir vakiti sıkıştırırdım araya ama bu sene kısmet olmadı. Londrayı cok sevdiğimi bilirsiniz J Fahri LondonER … Sehrin anahtarı evin duvarında ..
Pek çoğunuz okudunuz, gittiniz gordunuz , yaşadınız ama sizde bana katılacaksınız eminim ki keşfi bitmeyen bir sehir olduğu fikrine herkes katılacaktır.. Niyetim sizi bunaltıp uzun uzun İngiltere Tarihine gömmeyeceğim J İlgilenenler için ufak tiyolar ve yeni gidenler için 3 -5 günluk gezi programı,en sevdiğim yerler , yenilcek içikcek mekanlar , ucuza nasıl dolaşırım sorunsalına cevap ve bu güzel sehrin tadını çıkarmak..
Ulaşım ile başlarsak ; tabiki yüzerek gidecek değilsiniz. Karayolu için bol vaktiniz olmalı tabi ama biz kısa yolu tercih edip ucagı deniyelim.Londrada birkaç havalimanı var. En büyükleri Heatrow sonra Gatwick , Stansted , Luton gelir. Sahsen ben bileti diğerlerine gore biraz daha pahalı olsa bile Heatrow’u tercih ediyorum.(yandaki resim havalimanı içinde tube'e giden biz)
Heatrow, İstanbul’dan günde 5 sefer uçuş mevcut,havalimanından sehrin merkezine 7,5 pounda Daily travelcard alabilirsiniz, Oyster kartı alma makinaları ( bir nevi akbil. Miktarını siz belirliyorsunuz metro,otobüsde,nehir teknelerinde geçerli. Doldurulabılır .uzun sureli kalacaklar için iyi.deposit 5 pounddur sasırmayın ve kartınızı kaydettirin !! çalınırsa sonra ühühüh olmasın poundcuklarınız. Ne diyordum hah ! Heatrow dan Picadilly line ( harita için tıklayın )mavi hattır kendisi)bindiniz mi .35-40 dk da Londranın müstesna mevkilerine varmış olursunuz.

12 Aralık 2013 Perşembe

HYDRA ADASI 2013 HAZIRAN


Seyahati seven herkesin bir Yunan adasına uğramışlığı vardır eminim. Sadece Atina ve Pireyi görmüş olan ben için bir ayıp .evet ayıp. Derneğin (WISTA) toplantısının Hydra adasında yapılacağını duyduğumda küçük çaplı bir sevinç zıplaması yaptım.
Hydra adası Pirenin güneyinde 1,5 saatlik deniz mesafesinde , kucuk ama tarihi değeri ile onem verilen bir ada.Geneli kayalıklı adada tahmin ederseniz ki tek bir en yüksek dağı var ve onun adı Eros . Adanın adı Hydra , anlaşıldığı üzere harika suları olan bir adaymış ama şimdilerde eski görkemi yokmuş bu suların. Ama söylemem lazım , gerçekten cok güzelmiş..Tarihi inanılmaz maceralı ..
Kazılardan çıkanlara göre MÖ 3000-2500 yıllarında küçük bir yerleşim alanı ve nüfus mevcutmuş.Dorian istilaları , Bizans dönemi ve korsan saldırıları ile 13yy a kadar izi sürülen tarihi eserler var. Yunanistan’da en sevdiğim sanırım bu .. hayatlarını cok güzel eserlere dökmüşler ve bunu yüzyıllar boyunca korumuşlar.Pire’den hızlı denizotobüsleriyle birlikte güzel bir deniz yolculuğu ile adaya vardık.  Once pirede soguk birşeyler içtik limonata tadında J..      

6 Aralık 2013 Cuma

Gitmeli..

İstanbul'u bilmeden olur mu ?? yarınki yol planımda bende hazırım.. erkenden kahvem, fotograf makinam ve aklımla hareket vaktidir :))

29 Kasım 2013 Cuma

MONT ST MICHEL 2012 EKIM


Nerede nasil bilmiyorum ama Mont St Michel resimini gordugumde beynimde dans eden dusunceleri , kopup giden hayalleri , bastiramadigim 'orayi gormem lazim' hissi , kacamak zamanlarda neresi , nasil gidilir ? nedir buranin gizemi , o ada da kaybolma duygusuna engel olamiyordum.Yolculuga başlamadan size bir iki bilgi vermeliyim ki , oradaki ruh-u haliyetimi biraz anlayın :)

Mont St Micheli arastırken bir gezginin “gel-gitin dusuk zamanında siyah kumlarda yürüyerek , derin sulardan geriye kalan su birikintilerinde suları sıçratarak , bu dramatik manastıra yürümeyi  seviyorum “cümlesine kitlenmiştim. Çamuru cok severim bilen bilir.
Efendim ; 6 yuzyılda her nasılsa bir grup rahip burayı buluyor ve yanlızlık içinde ibadetlerini yapıyorlar . Piskopos Avranches in emri ile Romaneks tarzında  bir kilise kuruluyor. Kaynaklara göre 16 Ekim 709 yılında Baş Melek Michael adına kutsanıp ibadete açılıyor.





Antik Latinceden gelen Hermit ( Çöl )  kelimesi ile gel-git zamanlarındaki uçsuz bucaksız ufuk çizgisine kadar ucanan yanlızlıgı , Tanriya ibadet ve inzivaya çekilmeyi temsil etti.

Tezat odur ki;  SU ve ÇÖL .. sular yükseldiğinde ulaşılması zor , kayaların üzerinde ıssızlığında bir kilise , sular cekildiginde gerçekten ulaşalabilecekleri bir sığınak. Cok seviyorum bu tarz manaları , yoksa ben mi uyduruyorum bunları ?


 
11.yy da Kuzey duvarı oluşturulmuş ve kilise denizin yıpratıcılığına karsı genişletilmiş. 12.yy da ise batıya ve güney doğru ek binalar yapılmıs. 13.yy artık merak ve ünlenmiş bir yerdi. Zamanın Fransa Kralı Philippe Auguste , degisen sanat akımı ile Gotik yapıda 3 kat ve yemekhane yaptırır. Ve bazı yerleri onartır.Zamanla eklenen binalar ile ve kiliseye hizmet edenlerin cabaları ile bu kucuk ada kocaman yasayan bir manastır-ada olur.Kral Philippeden sonra bir gelenek olarak Fransız Kralları bu manastırın koruyucu olmuştur.

Tarihi Eserlerimiz Nerede ??

WWW.BIZIMKAHVE.GAZETEVATAN.COM 'SITESINDEN ALINMISTIR..
Hangi tarihi eser hangi ülkede?
 "Paha biçilmez" tarihi eserler için 17 yıldır süren çabalara rağmen henüz bir aşama kaydedilemedi
Tuğrul Tunalıgil


İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, İzmir’den kaçırılan Jüpiter ve Apollon heykellerini dünyaca ünlü Louvre Müzesi’ne mektup yazarak geri istedi. Kocaoğlu’nun bu girişimi, Türkiye’nin yurt dışındaki diğer tarihi eserlerini de gündeme taşıdı. Kültür Bakanlığı’nın çalışmaları sonucu geçen yıl 1000 eser anavatanına geri dönse de, Zeus Sunağı (Tapınağı), Boğazköy Sfenksi, Truva Hazineleri gibi “paha biçilmez” tarihi eserlerde 17 yıldır süren çabalara rağmen henüz bir aşama kaydedilemedi.

UNKAPANI & ZEYREK & VEFA

Sıcak ama esintili bir sabah buluştuk binrotalılarla.Unkapanı , Zeyrek ve Vefa gezimiz için heyecanla bekleştik. Rehberimiz Serhat, biraz İstanbul , biraz tarih, biraz efsane , biraz hikaye diye Zeyrek'ten başladı. Neşe hocamızda saolsun detaylarla bizlere harika şeyler anlattı.
IMG_1790.JPG

NEWYORK 2010 HAZIRAN - 3

 Bir günü Amerika ekonomisine destek için ayırdık.Sabahın kör karanlığında açık bir cafede miss kokulu taze meyvalar ve lezzetli bir kahve ile ,elimizde 1 gün öncesinden aldığımız alışveriş turu bileti ile Sheraton otelinin önünden bizi alıcak otobüsü beklemeye başladık. Bir iki kalantor italyanı görünce; ya parça pinçik yarılcaz , yada çok doğru bir iş üzerindeyiz dedik.1 saat boyunca şöförün arkasındaki koltukda yolu beynimize kazıyarak "woodbury common" denen outlet merkezine geldik. Outlet dediğime bakmayın herşey "CISSSS" marka.

yalan yok.. donattık kendimizi .. sefamız olsun .. bir daha mı gelicez dünyaya .. amannn ne için çalışıyoruz diye diye aldık varyer yaptık.sonrası pişmanlık duydukmu o ayrı mevzuu tabe .. Değer mi gitmeye ? değer ama gerer aynı zamanda..

Rockefeller Center:

39.jpg  

NEWYORK 2010 HAZIRAN -2

St Patrick Kilisesinin bulunduğu meşhur 5th Avenue'den Empire State binasına doğru yürürken, pek çok bujiteri-tuhafiye dükkanları ,Mahmut Paşa yokuşu havasında toptancı dükkanlarını geçtik.Empire State binasına giderken Macy's alışveriş magazasının önünden geçerken konuşmaksızın, sessiz bir anlaşma varmışcasına kendimizi giriş kapısını omuzlamış bulduk. Birde utanmadan bir şey almayalım taşımak zor oluyor diye birbirimizi kandırıyoruz. Binalara bakmak çok güzel ama bir süre sonra başım dönmeye başladı. Empire State binasına yaklaştıkça bizim değnekçiler mantar gibi dibimizde bittiler. Neymiş efenim çok sıra varmış, beklemek istemezsek 86.kata çıkış ve bina içinde yemek birlikte alırsak, yarım saatlik bekleme ile yırtamışız. Kaç kuruş? Yanlış anımsamıyorsam 35 usd gibi bir para diyince.. biz zaten dışarıdan tırmanıcaktık diyip adamın kafasını düzledik.
11.jpg

NEWYORK 2010 HAZIRAN -1

Pek çok kişinin gittiği , hakkında ki her şeyi tv dizilerinden ezberlediği New York gezimi yazmak konusunda emin degildim ama  sonra  “amannn ko’yu ver siteye..”  ..yazıyı…  dedim kendi kendime..

Efenim ,daha önce başka hava yolları ile Amerika’ya birkaç gitmeme rağmen THY’nin ekonomi klasının diğerlerinin business keyfine yakın olduğunu söyliyebilirim. "reklam degil bilgidir lütfen". 2 saat rotarı öğrendiğimizde havalimanındaki tüm “lounge”lara girilmiş, duty free’deki tüm parfüm ve kremler incelenmişti. Neyse ki kaptan pilot uçağa binince rotar süresini çok güzel kapattı.:)

KUDUS 2010 SUBAT -1 ... ORADA OLMAK


Mar















Gazeteleri okumanın , tv de haberleri izlemenin veya anlatılanları dinlemenin kifayetsiz kaldığı bir yer Kudus. Davulun sesi uzaktan hoş değil ,boş geliyormuş insana.

Yazının neresinden başlayım ,hangi duygularla , düşüncelerle kelimelere dökeyim kafamdakileri bilemiyorum. Kudus Kudus deniyor ..ne biliyorum ? Nereye gidiyorum..

İnsanlık tarihinde beklide en masum ve en kanlı şehir Kudüs. Batıl olmayan her dinin kutsalı,  hemen her inancın bir noktada bir dönemde kaderinin kesiştiği şehir. Değerinin ölçüsü, vaat ettiklerinden mi ?  

KUDUS 2010 SUBAT - 2

Kaldığımız otelin lobisinde keyifli bir müzik , beyaz gömlek giymiş, kippalı genç erkekler alkış tutarak neşe ile şarkı söylüyorlardı. Sağında solunda koluna girmiş anne babası, tam ardı sıra yürüyen kardeşleri ile nikahın kıyılacağı üzeri süslü yere ilerliyorlardı. Hoş bir görüntüydü.


KUDUS 2010 SUBAT -3 BATI SERIA






Valla üşeniyordum yazıyı tamamlamaya. O küçük not kağıtlarını bir araya getirmeye resimlerle denkleştirip, kafamı toparlamaya üşeniyordum ama  annemin de dediği gibi “ avara duranın ne karı var?” . hiççç.. yazmalı anlatmalı ..
Hz Davud’un mekanını anlatmıştım en son . Asıl görmek istediğim yer Filistinlilerin yaşadığı yerler. Batı Şeria. Filistin özerk bölgesi. Olaylar nerede oluyor? Kimlerin başında patlıyor bu bombalar? Nereye benziyor bu yer ?

ATINA 2009 HAZIRAN

Salisbury yazısının çilesi dolmadı. Bitmeyecek bu gidişte. Sıcak hemde çok sıcak yerlerden biri olsun derken .. 2009 haziranındaki Atina gezisi aklıma geldi. Geçen sene Nisan mayıs ayında yaz programı için kıvranırken ,sezeryanla bir iş gezisi kucağa düştü. Hatrı kalır, gidilmeli.

Kuzenim,iş arkadaşım ,kardeşimden oluşan 3 erkek ve adamdan saymadıkları ben ile Thy’nin koltuklarına kurulmuştuk bile. Kimse birbirini tanımayacak ,karşılaşırsak “hello” diyip yolumuza devam edeceğiz.kural bu. Atina semalarına gelince , havanın sıcaklığından uçağın havalandırması bile yetersiz kaldı. Atina havalimanına inicez belli ki alçalıyoruz ama hani pist. Tepelikler , bozkır havasında Şile kumlukları aa evet evet Eleftherios havalimanına indik. Keşke o şikayet ettiğim sıcakta olsaydım şimdi. Bir taxi ile anlaştık, amca klimaya da yol verince , başladık muhabbete. Hava sıcak , adam sıcak bizimkiler hemen “en iyi bar nerde? Nerde yiyelim içeim ? plaj nerede? hocam sen bilirsin” diye beleş rehberi sömürdüler.

HAMBURG 2008 KASIM


Sahtekarın önde gideniyim.. İş nedeni ile yaptığım yolculukları ustalıkla kendi menfaatime kullandığımı tüm yüzsüzlüğümle ilan ediyorum J Kırmızı şehir Hamburg için “Fırsatçı” sıfatını tarafınızdan iltifat gibi kabul ediyorum sevgili dostlarım.

“Çok işim var”,” nerede benim dosyalarım”,”of hiç gitmek istemiyorum” gibi asılsız şikayetler le  Hamburg’a uçtuk . 1 yıl önce de Hamburg’a gitmiştim ama tecrübeli olunca daha bir hoş oluyor tabi.

Sağlı sollu dükkanlarla dolu meşhur Mönckebergstrasse’nin karşısındaki şehrin en büyük tren istasyonu Hauptbahnhof’un kuzey kapısının karşısında kalan temiz ve eski bir otel Fürst Bismarck’a yerleştik.Yalnız hemen sölim arka sokağı biraz batak ,biraz kerhane , biraz gel anamss oteller var.Niye bu otel mi? Abimin referansı. Daha önce camdan duş kabini; odanın ortasında olan  Hotel Ambassador’da kalmıştım. Psikopata bağlamıştım gizli kameramı var diye. 3 gün karanlıkta yaşayıp yarasa olmuştum.